DevrimEzgiLeri
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giriş yap

Şifremi unuttum

En son konular
» Laptop bu hale getirdi!
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Ekim 20, 2010 10:05 pm tarafından AMEDEUS

» .........
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyPerş. Ekim 14, 2010 3:56 pm tarafından AMEDEUS

» manzara
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Ekim 13, 2010 9:26 pm tarafından Deniz

» manzara fotoğrafları
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Ekim 13, 2010 9:18 pm tarafından Deniz

» Paydos/ C.Sıtkı Tarancı
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptySalı Ekim 05, 2010 2:49 pm tarafından AMEDEUS

» logo..........
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyC.tesi Ekim 02, 2010 11:45 pm tarafından ezgi

» ..................
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyC.tesi Ekim 02, 2010 2:09 pm tarafından DicLe

» Çile
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptySalı Eyl. 21, 2010 2:01 pm tarafından AMEDEUS

» Görmemişin bebeği olmuş...
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptySalı Eyl. 21, 2010 12:27 pm tarafından DicLe

» facebooktan video indirme
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptySalı Eyl. 21, 2010 10:08 am tarafından ezgi

» Taş atan çocuk
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyPtsi Eyl. 20, 2010 5:00 pm tarafından DicLe

» BARIŞ
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyPtsi Eyl. 20, 2010 4:27 pm tarafından DicLe

» BEKLENTİSİZ....
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyPtsi Eyl. 20, 2010 4:24 pm tarafından DicLe

» UZAKTAN ...
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyPtsi Eyl. 20, 2010 4:22 pm tarafından DicLe

» CAN YÜCEL'DEN MAL BEYANI
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyPerş. Eyl. 16, 2010 1:36 pm tarafından yoll

» ARKADAŞLIK
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyPtsi Eyl. 13, 2010 11:20 am tarafından ezgi

» ARKADAŞLIK
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyPtsi Eyl. 13, 2010 11:15 am tarafından ezgi

» ŞİİR
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyPtsi Eyl. 13, 2010 11:08 am tarafından ezgi

» Kamuflaj
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyC.tesi Eyl. 11, 2010 5:32 pm tarafından AMEDEUS

» UZAK
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Eyl. 08, 2010 5:05 pm tarafından ezgi

» Yeşillik
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Eyl. 08, 2010 4:59 pm tarafından ezgi

» Salam Gibi
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Eyl. 08, 2010 4:57 pm tarafından ezgi

» Benlik_Oruç Aruoba
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Eyl. 08, 2010 4:56 pm tarafından ezgi

» BİR AYRILIŞ HİKAYESİ
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Eyl. 08, 2010 4:54 pm tarafından ezgi

» Pembe Deniz
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Eyl. 08, 2010 4:51 pm tarafından ezgi

» HAYAT
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Eyl. 08, 2010 4:48 pm tarafından ezgi

» Benim Yazdığım Sen
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Eyl. 08, 2010 4:47 pm tarafından ezgi

» Seviyorum Seni
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Eyl. 08, 2010 4:46 pm tarafından ezgi

» BERFİN
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Eyl. 08, 2010 4:44 pm tarafından ezgi

» Bahar Gelmiş
SAVAŞ SÜRÜYOR... EmptyÇarş. Eyl. 08, 2010 4:43 pm tarafından ezgi

Anket
Arama
 
 

Sonuç :
 


Rechercher çıkıntı araştırma

En iyi yollayıcılar
DicLe
SAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_lcapSAVAŞ SÜRÜYOR... Voting_barSAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_rcap 
AMEDEUS
SAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_lcapSAVAŞ SÜRÜYOR... Voting_barSAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_rcap 
yoll
SAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_lcapSAVAŞ SÜRÜYOR... Voting_barSAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_rcap 
Deniz
SAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_lcapSAVAŞ SÜRÜYOR... Voting_barSAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_rcap 
yelken
SAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_lcapSAVAŞ SÜRÜYOR... Voting_barSAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_rcap 
ezgi
SAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_lcapSAVAŞ SÜRÜYOR... Voting_barSAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_rcap 
NezBe
SAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_lcapSAVAŞ SÜRÜYOR... Voting_barSAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_rcap 
Devrim
SAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_lcapSAVAŞ SÜRÜYOR... Voting_barSAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_rcap 
mad men
SAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_lcapSAVAŞ SÜRÜYOR... Voting_barSAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_rcap 
Surgun
SAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_lcapSAVAŞ SÜRÜYOR... Voting_barSAVAŞ SÜRÜYOR... Vote_rcap 

Kimler hatta?
Toplam 1 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 1 Misafir

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 111 kişi C.tesi Tem. 29, 2017 7:00 am tarihinde online oldu.

SAVAŞ SÜRÜYOR...

Aşağa gitmek

SAVAŞ SÜRÜYOR... Empty SAVAŞ SÜRÜYOR...

Mesaj  Misafir Salı Ocak 12, 2010 4:07 pm

1971 öncesi Türkiye Devrimcilerinin temel meselesi Türkiye Devriminin yolunun belirlenmesiydi.
Bu süreçte Mahir Çayan ve arkadaşları revizyonizme ve cuntacılığa karşı mücadele içinde THKP-C'yi oluşturdular.
12 Mart açık faşizminin baskı ve zulmü tüm demokratlar, ilericiler, yurtseverler ve devrimciler üzerinde devam ederken -71 öncesinin keskin Donkişotları- "gerilla uzmanlarının" hiçbiri ortada kalmadı...
TİP gibi revizyonistler açık faşizmi, bavullarını hazırlayıp hapishanelerin yolunu tutarak karşılarken, cuntalardan medet umanlar hayal kırıklığı içerisinde kaçacak delik arayarak, emekçi halklara olan devrimci görevlerini bir kenara bırakıp yurt dışında soluğu aldılar. Yine kendi özgücüne güvenmeyip, hayatları boyunca şu veya bu burjuva partisine bel bağlamış reformistler ver revizyonistlerin güvendiği dağlara kar yağmasından sonra da, açık faşizmin suçlularının devrimciler olduğu, devrimcilerin silahlı eylemlerinin sonucu açık faşizmin geldiği yaygarasına başlayarak kendilerini haklı çıkarmaya çalıştılar.
12 Mart Açık Faşizminin baskı ve zulmü, devrimcilerin emekçi halkın mücadelesini sürdürme ve devrimci seslerini susturamadı. Dizilerce katliamlar tertiplendi, Silahlı Devrim Cephesini yok etmek için...
Geçici de olsa 12 Mart faşizminin faşist generallerince Türkiye halklarının öncü partisi THKP-C'nin önder kadrolarının şehit edilmesiyle THKP-C örgütsel faaliyeti dağıldı.
Karşı devrimin, devrimci mücadelenin yükselmesiyle orantılı olarak baskı ve terörünü artıracağına sübjektif olarak hazır olmayanlar, oligarşinin her gün biraz artan işkence, katliam ve zindanları karşısında pasifizm teorileri icat etmeye, çoktan çürütülen revizyonist görüşleri yeniden piyasaya sürmeye başladılar.
Silahlı devrimci hareket bir yandan halkın bağrında gün be gün gelişken, bir yandan da oligarşinin terörü karşısında hapishanede ve devrimciler arasında yılgınlık ve teslimiyet alabildiğine geniş çevre bulabiliyordu.
Silahlı mücadeleye yan çizenler ''anarşizm'', ''maceracılık'', ''teslimiyet'' ve ''oligarşinin icazetindeki hareket'' vs. tüm çığlıklara rağmen Silahlı Devrim Cephesi halk kitlelerinin bağrında dalga dalga yayılan geniş bir potansiyel yaratmıştı.
Bu öyle bir gelişmeydi ki hiç bir örgütlü THKP-C çalışması olmadığı halde THKP-C potansiyeli içinde kendiliğinden THKP-C savunucuları çıkmış ve yeniden THKP-C'nin toparlanması ve örgütlenmesi doğrultusunda adımlar atılıyordu...
Bu durum devam ederken '73 seçimleriyle
birlikte ortalığı tekrar bir kör dövüşü kapladı. Arena silahlı
devrim kaçaklarının at oynattığı bir alan haline geldi. Kimileri
kendilerine ''sosyalist'' sıfatları yakıştırıp ''işçi sınıfı''
particikleri kurarken, kimileri de THKP-C potansiyeli var mı yok mu, var
olan potansiyeli THKP-C'yi revize edip yeniden nasıl toparlarız hesapları
içerisindeydi.

Ve THKP-C'yi doğrudan inkar edenler, bir
takım tezlerinin yanlış olduğunu söyleyenler, THKP-C doğrudur ama
''her şeyi sarmal gelişim doğrultusunda yeni baştan ele almak
gerekir'', kimileri ise var olan THKP-C potansiyeli ve kitlelerin
ekonomik-demokratik mücadelesinin tamamen dışında, onlarla hiç bir
organik ve eylem bağı olmadan kendilerini THKP-C ilan etmiş durumdaydılar.

THKP-C düşüncesinin her geçen gün
biraz daha halk kitlelerine mal edilmesiyle beraber, kendilerine gerek
THKP-C ismini verip sağa sola inkarcı demekten başka bir iş yapmayan,
sol sapma ve THKP-C'yi revize edip PASS (Politikleşmiş Askeri Savaş
Stratejisi)'ni muhteva olarak reddedip II. bunalım dönemine uydurmaya çalışan
sağ sapma akımlar, sınıflar mücadelesinin doğru bir çizgide
devrimci bir önderlikle sürdürülmesi ve her geçen gün kendisini
yenilemesi karşısında iflas etmek zorundadırlar.

Bugün THKP-C'nin sağ ve sol yorumlarıyla
mücadele devam etmektedir.

THKP-C düşüncesinin daha geniş
kitleler tarafından tartışılmasıyla sağ ve sol sapma akımların
varlık şartlarının ortadan kalkma süreci zengin ve canlı bir
pratikle orantılı olarak gelişecektir.

Misafir
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

SAVAŞ SÜRÜYOR... Empty Mahir Çayan Kesintisiz Devrim Tezleri

Mesaj  Misafir Salı Ocak 12, 2010 4:09 pm

Ülkemizin Sol'unda tam bir teorik keşmekeş hüküm sürmektedir. Öyle ki, aynı revizyonist tezleri temel alan ve bunları değişik ambalajlamalarla piyasaya süren, kendi özgücünün dışında başka güçlere bel bağlayan çeşitli oportünist fraksiyonlar, en sert bir şekilde birbirlerini oportünizmle, pasifizmle, ihanetle, vs. ile suçlamaktadırlar. Kendi aralarında taktik ayrılık bile sayılmayacak ufak değerlendirme veya deyiş farklılıkları etrafında fırtına koparmaktadırlar.
Sözde yapılan ideolojik polemiklerde, utanmazca yapılan tahriflerin, küçük-burjuva çığırtkanlıklarının, "biz eskiyiz biliriz" ukalalıklarının tozu dumanı içinde tam bir kördögüşü yıllardır süregelmektedir.
Ülkemizde güçlü bir proletarya hareketinin olmamasının sonucu, solda ideolojik seviye yüksek değildir. Bu yüzden, böyle bir ortamda neyin doğru olduğu, neyin eğri olduğu ayırdedilemez olmuş; her şey birbirinin içine girmiştir. Ve Marksist-Leninist devrim teorisinin özünün kaybolduğu bu ortamda, oportünizmin çeşitli biçimlerinin orjinal "devrim" teorileri, Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao-Tse Tung, Ho Chi Minh... adına; onlann yazılarına atıflar yapılarak tezgahlanmaktadır. Öyle ki, oportünizmin bir türü Lenin'in yazılarını kaynak alarak, diğer tarafı hainlikle suçlarken, öteki taraf da, Mao ve Lin Piao'nun yazılarını kaynak alarak kendisini suçlayanı revizyonizmle suçlamaktadır.
"Marksizm son derece derinliği olan, son derece karmaşık bir doktrindir." Marksizm sürekli olarak, hayatın yeni gerçekleri karşısında derinleşip, zenginleşen, kendi kendini aşan bir doktrindir. Marksizmde esas olan lafızlar değil, muhtevadır. Marksizmde degişmeyen tek şey, Lenin'in deyişiyle onun yaşayan ruhu olan diyalektik metotdur. Diyalektiğin en elemanter iki unsuru olan, zaman ve mekan kavramları dikkate alınmazsa, Marks ve Engels'e göre Lenin'in, Lenin ve Stalin'e göre Mao-Tse Tung'un ve Mao'ya göre de emperyalizmin üçüncü bunalım döneminin muzaffer proleter devrimcilerinin revizyonistliklerinden bahsetmek mümkündür.
Oportünizm her yerde her zaman Bilimsel Sosyalizm'i tahrifte iki metoda başvurur:
Ya zaman ve mekan kavramlarını dikkate almadan, Marksizm ustalarının başka tarihi şartlar için ileri sürdükleri ve yaşanılan dönemde eskimiş olan tezlere dört elle sarılır ve bu tezleri kendi sapmasına dayanak yapmaya çalışır. Veya Marksizm-Leninizmin her şart altında geçerli tezlerini "zaman ve mekan değişmiştir, o yüzden geçerli değildir" diyerek Marksizmi revize eder.
Dünyanın her ülkesinde olduğu gibi, ülkemizde de oportünizmin her türü, her iki metoda başvurarak Marksizm-Leninizmi tahrif ederek, devrimci militanların kafalarını karıştırmaya çalışmaktadır.
Biz bu broşürü kaleme alırken özellikle bu gerçeği dikkate aldık. Devrim anlayışımızı, buna bağlı olarak örgüt ve çalışma tarzı anlayışımızı, Marksist devrim teorisinin, zaman içinde derinleşip zenginleşmesinin nasıl bir rota izlediğini belirterek ortaya koymaya çalıştık. Aslında Bilimsel Sosyalizm'in tahlillerinde genellikle soyuttan somuta değil de, somutun tahillerinden soyuta doğru gidiler. Fakat ülkemizin solu özel bir durum arzetmektedir. Yukarıda belirtiğimiz gibi, solda var olan teorik keşmekeşin içinde doktrinin özü gözden kaybolmuştur. Bu yüzden, soyuttan başlayarak, meseleyi en başından ele alıp zaman içinde nasıl derinleştiğini ortaya koyarak somuta inmeye karar verdik.
Böylece bir kere, bu kördöğüşü içinde özü kaybolan Marksist devrim teorisini ortaya koymuş olacağız, ikinci olarak da oportünizmin her türünün sözde ideolojik polemikleri ile militan arkadaşlarımızın kafalanı karıştırmasına geniş ölçüde engel olmuş olacağız. (Oportünizmin tahriflerini tam olarak engellemeye elbette imkan yoktur. Ne var ki, meseleyi tam bir açıklıkla ortaya koymak mümkündür ve bu da oportünizmin tahrifatını geniş ölçüde etkisiz kılar).
İşte bu nedenlerle tahlillerimizde soyuttan somuta doğru bir metod izledik.
Meseleyi üç kısımda inceledik. Birinci kısım, Marks, Engels ve Lenin dönemlerinin Marksist devrim teorisini ihtiva etmektedir.
İkinci kısım, İki Taktik'de formüle edilmiş olan Leninist Kesintisiz Devrim Teorisi'nin bizzat Lenin tarafindan derinleştirilmesi; bu teorinin sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin pratiklerine uygulanması; Stalin'in yönetimindeki Komintern'in ve Mao'nun, Lenin'in bu önerisini ayrı ayrı yorumlamaları: Kapitalist olmayan yol tezinin özü ve Milli Demokratik Devrim Teorisi bölümlerini ihtiva etmektedir.
Üçüncü kısım ise, emperyalizmin 3.bunalım döneminin ayırdedici özellikleri, Leninist önerinin yeni şartlar karşısında zenginleşip derinleşmesi ve yarı-sömürge ülkelerin devrim stratejisi, Küba devriminin devrimci ve revizyonist yorumlar, Türkiye Devriminin Yolu bölümlerini kapsamaktadır.
Ayrıca her bölümde, konuyla ilintili olan meselelerde ülkemizdeki oportünizmin her türtü eleştirisi yer almaktadır.
DEVRİM TANIMI
Marksist devrim teorisi hem determinist hem de (iradecidir) volantiristir. Bu ikili yön diyalektik bir bütün oluşturmaktadır. Devrimin olabilmesi için maddi bir temelin varlığı şarttır. Üretici güçler devrim için gerekli olan (belli bir) seviyede olursa devrim olabilir. Bu anlamda Marksist devrim teorisi, deterministtir. Fakat sadece devrimin zaferi için üretici güçlerin belli bir seviyede olması, objektif şartların olgun olmasıı yetmez. Devrimin zaferi için ihtilâlci inisiyatif de gereklidir. Bu anlamda da Marksist devrim teorisi volantiristir.
Proletaryanın yönetimi ele geçirebilmesi için, üretim ilişkileri ile üretici güçlerin arasındaki çelişkinin antagonizma kazanması, son haddine ulaşması gerekmektedir. Proletarya, daha doğrusu öncü müfrezesi bu zıtlığı çözümlemek için devrimci sınıfları kendi tarafına çekerek, ileriye fırlar, karşı tarafın baskı ve cebrini devrimci şiddet ile bertaraf edip, eski devlet mekanizmasını parçalayarak, kendi politik hegomonyasını kurarak, kendi iktidarına uygun alt yapı düzenlemelerine geçerek, sınıfsız topluma kadar devrimi sürekli kılar.
"Devrim politik iktidarın ele geçirilmesidir; veya devrim bir üretim tarzından bir ileri üretim tarzına geçiştir" şeklinde karşı karşıya getirilmeye çalışılan bu iki tanım, kendi başlarına hem doğru, hem de eksiktir; ve eksik oldukları için de yanlıştır. Marksist devrim teorisinde böyle karşı karşıya getirilen bir ikilem yoktur. İktidar meselesi her devrimin ana meselesidir; ama bütünü değildir. "Proletarya ve müttefiklerinin iktidara el koymasıdır" şeklindeki devrim tanımı tek başına eksiktir ve dolayısıyla her eksik tanım gibi yanlıştır. Tarihte proletaryanın iktidarı ele geçirdiği halde sosyal dönüşümü sağlayamadığı, Paris Komünü gibi pek çok devrimci girişimi olmuştur. Bu tanıma göre bütün bu hareketleri devrim saymak gerekecektir. Aynı şekilde ikinci kavram da eksik olduğu için nitelik belirleyici değildir. Bu tanıma göre "yukarıdan devrim"le Almanya'yı feodalizmden kapitalizme yükselten Bismarc yönetimini devrimci saymak gerekecektir.
Marksist devrim anlayışı, sürekli
ve kesintisiz bir ihtilâl sürecini öngörmektedir.
Devrim, halkın
devrimci girişimiyle -aşağıdan yukarı- mevcut devlet cihazının parçalanarak,
politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla -yukarıdan
aşağıya- daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir.


İşçi sınıfının tarih sahnesine bağımsız
bir güç olarak çıkmasından itibaren, sosyalist harekette sapmalar
daima devrim teorisinin bu ikili niteliğinden birisini abartmak veya
ihmal etimek şeklinde ortaya çıkmıştır.

Misafir
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

SAVAŞ SÜRÜYOR... Empty I- MARX VE ENGELS'DE DEVRİM KAVRAMLARI

Mesaj  Misafir Salı Ocak 12, 2010 4:10 pm

Marks ve Engels'de, politik devrim, sosyal devrim ve sürekli devrim olmak üzere üç, tip devrim kavramını görmekteyiz. (Sürekli devrimi III. bölümde inceleyeceğiz.)
Marks ve Engels'e göre politik devrim, politik iktidarın o tarihsel sürer, icinde daha ilerici bir yönetime, mevcut gerici iktidarın alaşağı edilerek geçmesidir. Bir hareketin politik devrim olabilmesi için halk kitlelerinin, en azından önemli bir kesiminin iktidara yönelik mücadelesinin olması şarttır. Ancak kitlelerin ayaklanmasi sonucu iktidarın devrimci ellere geçmesi halinde politik devrimden söz edilebilir. İkinci olarak, Marks ve Engels'e göre, bir hareketin politik devrim sayılabilmesi için, bu hareketin sonucunda oluşan yönetimin ilerici ve demokrat olması şarttır. Marks'ın bu tanımı tekel öncesi dönemin burjuva toplumuna ilişkindir. Marks ve Engels'teki ilericiliğin ölçüsü oldukça ilginçtir. Bir hareketin ilericiliğinin ölçüsü olarak diyor ki Marks:
"Kamu kredisi ile özel kredi, bir devrimin şiddetini ölçmeye yarayan ekonomik termometreleridir. Onların düştügü oranda devrimin yıkıcı ve yaratıcı gücü yükselir."
Kamu kredisi ve özel kredilere sadece ve sadece tek bir yönetim öldürücü darbeyi indirebilir; o da proletarya yönetimidir. Bu bakımdan, burjuva toplumu zemini üzerinde yıkıcı şiddeti ve yaratıcı gücü en yüksek olan politik devrim, proletarya devrimidir. Bu devrim aynı zamanda sosyal dönüşümü de sağlar (sosyal devrim). Çünkü bu devrim, burjuva kredisini ve borsayı ortadan kaldıracaktır. Bu ise, burjuva üretim ve rejiminin ortadan kalkmasıdır; yeni bir sosyal ve ekonomik düzene geçmektir.
18 Şubat Devrimi, politik bir devrimdir. Mali aristokrasiyi hedef alan devrim, kamu kredisine ve özel krediye öldürücü darbeyi indirememiş, fakat sınırlandırmıştır. Şubat burjuva rejimine son vermemiş, sadece onun gerici bir fraksiyonunun yönetimine son vermiştir; demokratik hak ve özgürlüklerin çerçevesini genişletmiş ve derinleştirmiştir. Şubat devrimi, burjuva rejimine son vermediği için bir sosyal devrim değildi; ama, kitlelerin ayaklanması sonucu, mali aristokrasinin en gerici yönetimi alaşağı edildiği ve yerine ifadesini sosyal cumhuriyette bulan, daha ilerici bir yönetim iş başına geldiği için, bir politik devrimdir.
Marks'ın sosyal devrim tanımı ise, (gerçek devrim demektir buna) bir üretim tarzından daha ileri bir üretim tarzına geçişi temel almaktadır.
Bu konuda diyor ki Marks:
"Gelişmelerinin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkileri ile ya da bunların hukuki ifadesinde başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkileriyle çelişkiye düşerler. Bu ilişkiler, üretici güçlerin gelişmesinin sonucu olan şekiller olmaktan çıkıp, bu gelişmenin önünde engeller niteliğine bürünürler. O zaman toplumsal devrim çagı başlar. lktisadi temeldeki değişme, kocaman üst yapıyı, büyük ya da az bir hızla devirir. Bu alt-üst oluşların incelenmesinde daima, iktisadi üretim şartlarının maddi altüst oluşuyla -ki, bu bilimsel bakımdan kesin olarak tespit edilebilir- hukuki, siyasi, dini, artistik ya da felsefi biçimleri, kısaca insanların bu çatışmanın bilincine vardıkları ve onu sonuna kadar götürdükleri ideolojik şekilleri ayırd etmek gerekir... İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden bir sosyal şekillenme asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık şartları eski toplumun bağrında çiçek açmadan asla gelip yerlerini almazlar." (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 23-24)
Hemen görüleceği gibi, Marks ve Engels'in devrim teorilerinde ağır basan yön, ekonomik ve sosyal determinizmdir. Volantirizmin rolü, maddi koşulların belirleyici çerçevesi içindedir. Bu anlayışa göre, politik devrim, sosyal devrimin tamamlaylcısıdır. Politik devrim, maddi şartlarin belirleyici çerçevesi içinde ihtilâlci insiyatifin ürünüdür. (Proletarya Devrimi deyince, politik ve sosyal devrim kastedilir.)
Unsurlarına ayırırsak:
1-) Politik devrim, sosyal devrimin zorunlu bir aşamasıdır.
Politik devrim ihtilâlci atılımm eseridir. Devrim, kitleleri peşinden sürükleyen, bilinçli ve ne yapacağını bilen bir organizasyonun işidir. Özellikle sosyalist dönüşüme yol açacak olan politik devrim için bu böyledir. Demir gibi bir disipline sahip, bir azınlık örgütü kitleleri bilinçlendirerek, kitlelerin bilinç, ve eylem düzeyini yükselterek, yerinde ve zamanında ihtilâlci insiyatifi kullanarak politik devrimi yapar ve sosyalist dönüşümü sağlar. Devrim bilinçli kitlelerin eyleminin sonucunda olur ve kitlelere dayanır. Fakat dar tutulmuş mesleği devrimcilik olan ihtilâlciler örgütünün ihtilâlci atılımı burada hayati öneme haizdir. (Pasifistler, ihtilâlci inisiyatifin rolünü daima azımsarlar.)
2-) Politik devrimin sosyal dönüşümü sağlayabilmesi için (tekel öncesi dönem için söyleniyor. Yaşadıgımız çağda ise devrimin olabilmesi için), yani sosyal bir devrim olabilmesi için, bir yandan tarihsel koşulların, ekonomik ve sosyal yapının yeterli olmasi, öte yandan da halk kitlelerinin bilinç ve örgütlenme seviyesinin yüksek olması gerekir.
Sosyal devrimde belirleyici rolü sadece ihtilâlci insiyatif oynamaz. Tarihi kahramanlar değil, kahramanları tarih yaratır. Devrimler tarihi, iktidarı ele geçirmesine rağmen, objektif şartların yetersizliğinden dolayı (her çeşit kahramanlığına rağmen) ihtilâlci insiyatifin hüsranla sonuçlanması ile doludur. Münzer hareketinden, Şeyh Bedrettin ve Paris Komünü'ne kadar tarih, o yaşanılan devrin maddi temelleri ile uygunluk içinde olmayan ihtilâlci insiyatifin mağlubiyetlerine sahne olmuştur.
Belli bir dönemdeki ihtilâlci atılım, ne kadar güçlü olursa olsun, o tarihi dönem bu atılımın zafere erişmesini imkansız kılıyorsa, maddi yaşama şartları, bu atılımın başarıya erişmesi için belli bir olgunluğa erişmemişse, bozgun mukadder bir sonuçtur.
İhtilâlci insiyatif ile tarihi ve sosyal determinizm arasındaki diyalektik birliği, Münzer'in hareketini tahlil ederken, Engels çok usta bir şekilde gözler önüne sermektedir:
"Aşırı (o tarihi döneme uygun düşmeyen anlamında kullanılmaktadır) bir parti şefinin başına gelebilecek en büyük bela, hareketin, bu hareket tarafindan temsil edilen sınıf hakimiyetini daha ele alacak ve bu sınıfın hakimiyetinin gerektirdiği tedbirleri uygulayacak kadar olgunlaşmadiğı bir devrede iktidarı ele almak zorunda kalmasıdır. Bu şefin elinden gelen şey, iradesine bağlı değildir. Bu olsa olsa çeşitli sınıflar arasındaki zıtlığın ulaştığı merhaleye ve sınıflar arasındaki çatışmanın gelişme derecesine, sınıf zıtlıklarının gelişme derecesini her an tayin eden maddi geçim şartlarının ve istihsal manasebetleri ile mübadele münasebetlerinin gelişme derecesine bağlıdır... Boylelikle, o halledilmesi mümkün olmayan bir muamma karşısında bulunmaktadır. Elinden gelen şey, geçmişteki bütün eylemine, kendi prensiplerine ve kendi partisinin günlük menfaatlerine zıttır. Yapacağı şey ise gerçekleşmesi mümkan olmayan bir şeydir." (Almanya'da Köylü Savaşı, sf. 127)
Devrim teorisinde, ihtilâlci insiyatif ile ekonomik ve sosyal determinizm arasindaki ilişki ve çelişkiyi, Marks, şu şekilde ortaya koymaktadır:
"Kişiler kendi tarihlerini, kendileri yaparlar; fakat keyiflerine,göre, kendileri tarafindan seçilmiş koşullarda değil de, geçmişin doğrudan doğruya verdiği ve miras bıraktığı koşullarda olur bu." (Louis Bonaparte'nin Darbesi, sf. 21)
Ve Marks, ihtilâllerin bir avuç kışkırtıcının eseri oldugunu iddia eden gericilere karşı ihtilâllerin nedenini şu şekilde açıklamaktadır:
"İhtilâlleri kötü niyetli kışkırtıcıların iradesinin ürünü gibi gösteren batıl inancın artık zamanı geçmiştir. Bir ihtilâl sarsıntısının ortaya çıktığı her yerde, bu sarsıntının eskimiş müesseseler tarafından tatmin edilemeyen sosyal ihtiyaçlardan doğduğunu artık herkes bilmektedir". (1851'de Marks'ın Kolonya Yargı Kurulu Üyeleri Önündeki Söylev'ınden, aktaran Henri Lefebvre, Marks' ın Sosyolojisi, sf. 189).
Mesele açıktır. İhtilâlci insiyatifin rolünde başarıya ulaşabilmesi için devrimin maddi bir tabana oturması şarttır. Bir başka deyişle, alt yapının, o ihtilâlci atılımın zafere erişmesi belli bir düzeye ulaşması gerekmektedir.
"Devrimler için maddi bir temel lazımdır. Nazariye kendi ihtiyaçlarının gerçekleşmesini temsil etmedikçe bir halk arasında gerçekleşemez. Düşüncenin gerçekleşmeye doğru yönelmesi yetmez, gerçekleşme düşünceye doğru yönelmelidir." (Marks)
-II- DEVRİM AŞAMASI, EVRİM AŞAMASI VE BUHRANLAR TEORİSİ "Büyük tarihi gelişmeler söz konusu olunca" diye yazıyor Marks Engels'e, "yirmi yıl bir tek gün bile sayılmaz ama sonradan yirmi koca yılı içinde toplayan günler de gelebilir" (Lenin, Proletaryanın Sınıf Mücadelesi Taktiği, Marksizmin Kaynağı, sf. 44).
Marks ve Engels, proletaryanın devrimci mücadelesini evrim ve devrim aşaması olmak üzere iki aşamada formüle ederler.
Her iki aşamada da proletaryanın devrimci taktikleri değişiktir.
Devrim aşaması kısa bir dönemdir. Bu aşama, verili sosyal düzenin alt üst olması aşamasıdır. Bu kısa aşamada proletaryanın ve onun öncüsünün taktiği hücumdur; gündemde tek bir madde yazılıdır: AYAKLANMA! Bu dönemde proletaryanın taktiği verili devlet mekanizmasını parçalayarak, proletaryanın devrimci iktidarını kurmaktır. Marks ve Engels bu taktiğe, Fransızların ihtilâlci atılım ve geleneklerinden esinlenerek Fransızca konuşma adını koymuşlardır. Marks ve Engels'e göre ayaklanma bir sanattır.
"Günümüzde ayaklanma gerçekten savaş türünden bir sanattır ve ilhmal edildiği zaman, ihmal eden partinin mahvına sebep olacak kurallara bağlıdır... Önce oyununuzun sonuçlarıyla karşılaşmaya tamamen hazır olmadıkça ayaklanma ile oynamayınız... İkinci olarak ayaklanma bir kere başladı mı, en büyük azimle ve hücum planında yürür. Savunucu bir eylem her silahlı ayaklanmanın ölümüdür... Devrimci politikanın bu güne kadar bilinen en büyük ustadı Danton'un dediği gibi: 'Atılganlık, atılganlık ve yine atılganlık'." (Friedrich Engels, Germany, Revolution and Counter-Revolution, International Publishers 1933, s. 100)(6)
Görüldügü gibi, şartlar olgunlaşmadan, asla ihtilâlle oynanmamalidır. Ama ihtilâl çığırın bir kere açıldı mı durmaksızın hücuma geçmek, hergün ne kadar küçük olursa olsun zaferler kazanarak mütereddit unsurları kendi tarafına çekmek ve de düşmani gafil avlamak için saldırmak şarttır.
Proletaryanın devrim dönemindeki taktiği budur.
Bu kısa süren devrirn aşamasına kadar proletaryanm öncü müfrczesinin görevi nedir, oturup beklemek mi? Değil elbette, devrim aşamasına nazaran oldukça uzun süren bu aşamada proletarya partisinin görevlerine ilişkin, Marks ve Engels'in görüşlerini Lenin, şu şekilde nakletmektedir:
"Proletarya taktiği evrimin her aşamasında, her anında, insanlığın tarihindeki objektif bakımdan kaçınılmaz olan şu diyalektiği hesaba katmak zorundadır: Bir yandan siyasi durgunluk dönemlerinden, yani- barış içinde gelişmeden yararlanıp öncü sınıfının bilincini, gücünü ve dövüşkenliğini artırmak üzere, kaplumbağa adımlarıyla ilerlemek; öte yandan da bütün bu çalışmayı öncü sınıfın son hedefine yönelterek düzenlemek suretiyle işçi sınıfını, yirmi koca yılı içinde toplayan, büyük işlerde büyük işler başarmaya yeterli hale getirmek." (Proletaryanin Sınıf Mücadelesi Taktiği, Marksizmin Kaynaği, s. 44)
Bu uzun dönemin devrimci mücadelesi içeride oportünizme karşı amansız ideolojik mücadele vermek, öncü sınıfın bilincini ve gücünü yükseltmek, eğitmek, dışarıda ise proletaryanın sendikal mücadelesinden halk kitelerinin ekonomik ve demokratik mücadelesine kadar kitlelerin günlük mücadelesini örgütlemekten, mevcut gerici yönetime karşı, demokratik ordunun en solunda yer alarak, siyasi muhalefeti yönlendirmeye kadar her çeşit eylem biçimini kapsar. Marks ve Engels proletaryanin bu aşamadaki devrimci diline, Alman proletaryasınm ideolojik-teorik seviyesinin yüksekliğinden ve halk kitlelerini kendi saflarına çekmekteki maharetinden dolayı Almanca konuşma demişlerdir. Görüldügü gibi, proletaryanin taktikleri, somut şartlara ve durumlara göre biçimlenmektedir. Şartlar değişince taktikler de değişmektedir.
Proleter devrimcisi, her iki dili de yerinde ve zamanında kullanan kişidir. Marks'ın Ludwig Feurbach'tan esinlenerek söylediği gibi, devrimci: "Fransız kalbine ve Alman kafasına" sahip olan savaşçıdır. Proletarya partisi ise, en küçük reformist hareketten devrimci tedhişçiliğe kadar her çeşit eylem biçimini, yerinde ve zamanında gündem meselesi yapan, diyalektik ve tarihi materyalizmin temeli üzerinde kurulmuş olan savaşçı bir örgüttür.
Devrim hareketinde ortaya çıkan bütün sağ ve "sol" sapmaların temelinde, bu iki aşamanın devrimci taktiklerini birbirine karıştırmak; ya evrim aşamasında Fransızca konuşmaya kalkışmak ya da devrim aşamasında hala Almanca hitapta ısrar etmek veyahut her iki aşamada da o aşamaların dilini bozuk konuşmak yatmaktadır. (Bir başka deyişle, bütün sapmaların nedenini, devrim teorisindeki ikili yönün, herhangi bir yanını ihmal etmek veya abartmak şeklinde özetlemek mümkündür).
Marks ve Engels, hayatlan boyunca her iki sapma ile en sert şekilde mücadele etmişlerdir. Bilimsel Sosyalizm bir bakıma, bir yandan objektif şartlar olgunlaşmadan Fransızca konuşmaya çalışan, kitlelerden kopuk, komplocu, iktidara el koyma manevraları yapan Blanquistlere, Bakuninciler ve de Marks ve Engels'in devrim simyagerleri diye adlandırdıkları Alman Kaba Komünistlerine, öte yandan Proudhon'cu ve Lassalle'ci reformistler ile, proletaryanın siyasi mücadelesini, kapitalizmin isteklerine uygun bir alana sokmaya çalışan İngiliz ve Alman küçük-burjuva reformistlerine karşı, Marks ve Engels'in hayatları boyunca devrimci pratiğin içinde vermiş oldukları teorik-ideolojik mücadelelerle şekillenmiştir.
Evrim ve devrim aşamalarını belirleyen etkenler nelerdir? Devrim konakları tesadüflere mi bağlıdır? Değildir elbette. Devrimlerin bir yasası vardır. Marks ve Engels devrim aşamasını devrimci buhrana bağlamaktadırlar. (Proletaryanin bilinç ve örgüt seviyesinin de devrim için yeterli olması şarttır).
Devrimci bunalım kavramı uzun süre Marks ve Engels'de açık ve net bir kavram niteliğine sahip olamamıştır. Devrimci bunalım kavramının bu bulanık durumundan dolayı, Marks ve Engels 1848 ihtilâllerinde yanılmışlardır.
Bilimsel Sosyalizmde devrimci buhran programı, ekonomik buhran, sosyal buhran, siyasi buhran, ve sürekli buhran gibi çeşitli unsurları ihtiva etmektedir.
Yukarda da belirttiğimiz gibi, Bilimsel Sosyalizm'de bu buhranlar teorisi, Kapital'e kadar oldukça bulanıktır. Marks ve Engels, Manifesto'da "Dönem dönem ortaya çıkmalarıyla burjuva toplumunun varlığını her an daha büyük tehlikeye düşüren ticari buhranları anmak yeter" (s. 54) demektedirler. Bu ekonomik buhranlar, her defasında tehlikesi daha da artan, burjuva ekonomisinin hayatının sonuna kadar devam edecek olan kalp krizleridir. Bu buhranlar ayni zamanda sosyal buhranları da yaratırlar. Fakat bir devrimin olabilmesi için bu iki buhranm varlığı yetrnez; devrimin objektif şartlarının olgun olabilmesi için, ekonomik buhranın yanında, sosyal bunalımın derinleşmesi (7) ve burjuva yönetimini alaşağı etmeyi sağlayacak politik buhranın varolması şarttır. (Böyle bir politik buhranın olması da, sosyal bunalımın derinleşmesi ve ekonomik bunalımın varlığına bağlıdır).
Eğer bu üç bunalım bu şekilde son haddine ulaşmazsa, devrim olamaz. (Devrim için, devrimin objektif şartlarının olgunlaşması şarttır.)
Marks ve Engels'in, 1848 ihtilâlleri sırasında, kullandıkları devrimci bunalım kavramı, ekonomik ve derinleşmeyen sosyal bunalımı içermektedir. Marks ve Engels, 1848 ihtilâlleri patlak verdiği zaman, beklenen anın geldiğini zannetmişlerdi. Ve patlak veren buhranı, kapitalizmin sürekli ve son buhranı olarak düşünmüşlerdir. Bu günlerde Marks ve Engels, gerileme ve duraklama olmaksızın politik iktidan ele geçirip sosyal dönüşümün yapılabileceğini ummaktadırlar. Bu konuda diyor ki Engels:
"... bizim için o zaman geçerli şartlar altinda büyük mücadelenin nihayet başladığına ve tek bir uzun ve karışık devrim döneminde (sürekli devrim kastedilmektedir) sonuçlandırılması gerekeceğine ve fakat en nihayet ancak proletaryanın nihai zaferiyle biteceğine hiç bir şüphe olamazdı." (Fransada Sınıf Mücadelelerine Önsöz, s. 12)
Ve yine Engels 1848-50 yıllan arasında bu şekilde kendileri gibi düşünenlerin yanıldiklarını açik yüreklilikle söylemektedir:
"Tarih bizi ve bizim gibi düşünenlerin hepsini haksız çıkardı. Avrupa kıtasında ekonomik gelişme durumunun, o zaman kapitalist üretimin ortadan kalkmasına imkan verecek şekilde olgunlaşmaktan çok uzak olduğunu gösterdi ( ... ) Ve o zaman burada anlattıgımız dönemden yirmi yıl sonra bile, bir işçi sınıfı iktidarının ne kadar imkansız olduğu, bir kere daha ispatlandı." (age, s. 16-18, Ayrıca bakınız, Manifesto'in 1888 tarihli İngilizce Baskısına Önsöz).
1850 yıllarında objektif şartların yetersizliğinden dolayı, bir proletarya devriminin olmasını beklemenin yanlış olduğunu Marks da söylemektedir:
"Burjuva şartlarının izin verdiği kadar bir bollukta, burjuva toplumunun üretici güçlerinin geliştiği böyle bir genel refah mümkün olduğuna göre gerçek bir devrimden bahsedilemez. Böyle bir devrim ancak bu iki faktörün, yani mevcut üretici güçlerle burjuva üretim biçimlerinin birbirleriyle çatışma haline girdikleri zaman söz konusu olabilir... Yeni bir devrim ancak yeni bir krizin ardından gelecektir ve birisinin gelmesi ne kadar kesin ise ötekinin gelmesi de o kadar kesindir." (Fransa'da Sınıf Mücadeleleri, s. 159)
Marks, 1848-50 dönemi arasında objektif şartların yetersizliğinden dolayı proletaryanın her devrimci atılımının giderek cılızlaştığını ve söndügünü söylemektedir:
"Hareketin her hamle kazanır gibi oluşunda, öndeki yerini yeniden almaya uğraştı (proletarya), fakat her defasında biraz daha zayıfladı ve her defasında elde ettiği sonuç daha cılız oldu." (Louis Bonaparte'in Darbesi, s. 28)
Bütün bu ifadelerden sonra, devrimci bunalım kavramı, Manifest'tekinden daha fazla açıklık kazanmaktadır. Marks'ın dediği gibi, üretimin sosyal niteliği ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişki antagonizma kazanmadan, kapitalizm üretici güçleri geliştirme imkanlarına sahipken, kapitalizmin devrevi ekonomik krizleri bir devrime yol açamazlar. Açıktır ki, üretim düzeni diyalektik bir bütündür. Her diyalektik bütün gibi, bu da, birliği, beraberliği ve de ayrılmayı, zıtlığı ihtiva eder.
Bir yandan belli bir tarihi anda mevcut üretim ilişkilerinin, üretici güçlere uygun düşemesi, onları kamçılaması, geliştirmesi, öte yandan başka bir tarihi anda aynı üretici güçlere ters düşmesi, gelişmesini frenlemesi; işte bir üretim düzcninin diyalektiği budur.
Üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki temel çelişmeden bir dizi çatışma doğar. Bu çatışmalar; üretim ile tüketim arasında ekonomik, sınıflar arasında, proletarya ve emekçilerle burjuvazi ve burjuvazinin çeşitli fraksiyonları arasında sosyal ve proletarya ile burjuvazi arasında, burjuva devlet ve düzenini yıkma veyahut muhafaza etme mücadelesi şeklinde siyasal niteliktedir.
Devrim anı, bu temel çelişkilerin son hadde varması dolayısıyla üç buhranın, tek bir buhran halinde kaynaşıp, derinleşmesi yani devrimci buhranın var olması halidir. Ayaklanma ancak böyle bir durumun varlığı halinde söz konusu olabilir.
Marks, Fransa'daki (1848-50 arası) sınıf mücadelesinin genişleyebilmesi ve Avrupa devrimine (dünya devrimi anlamında) varılabilmesi için, bütün Avrupa uluslarını karşı karşıya getirecek bir dünya savaşının mevcudiyetini şart koşmaktadır. Birinci Dünya Savaşının, dünyanın ilk büyük proleter devrimine yol açması gerçeğine bakarak, Marks'in bu düşüncesinin, gerçekten de büyük bir kehanet, ama bilimsel bir kehanet olmadığını söylemek imkansızdır. (Tabii Marks'in kehanetinin önce devrimin İngiltere'de olacağı ve proleter devriminin bütün Avrupa'daki ülkelere yayılacağına ilişkin kısmının gerçekleşmediği bilinen bir gerçektir. Fakat, burada önemli olan kapitalist ülkelerarası bir dünya savaşının proleter devrimine yol açacağının kahince gözlenmesidir). Diyor ki bu konuda Marks:
"Fransız toplumunun içindeki sınıflar mücadelesi, bütün ulusların karşı karşıya geldiği bir dünya savaşı halinde genişler. Dünya ölçüsünde bir çözülme, dünya pazarına hakim olan ulusun, yani İngiltere'nin başına bir dünya savaşı, dolayısıyla proletaryanın geçmesi sonucunda yaklaşmak mümkündür. Orada bitiminde değil, örgütlenmesinin başlangıcında bulunan devrim, kısa soluklu değildir. Bu günkü kuşak, Musa'nın çöllere götürdüğü yahudilere benziyor. Fethetmek zorunda olduğu sadece yeni bir dünya değildir, yeni dünya ile boy ölçüşebilecek olan insanlara yer açmak için kendini feda etmesi gerekmektedir." (Fransa'da Sınıf Macadeleleri, s. 132).
Engels, ilk proletarya devrimi gerçeğine ilişkin Marks'ın bu kehanetini, Marks'ın bunları söylemesinden otuz küsur yıl sonra, ilk proleter devriminden otuz küsur yıl önce, 15 Aralık 1887'de, daha da mükemmelleştirerek, kendilerinden sonraki proleter devrimcilerine, devrim zamanını haber vermektedir. (Engels'in bu uyarısına sadece Rusya'da, Lenin ve Bolşevikler uymuşlardır).
Diyor ki bu konuda Engels:
"...Prusya-Fransa için bir dünya savaşı dışında artık başka bir savaş mümkün değildir, ve bu savaş bugüne kadar hayal edilmemiş bir ölçüde ve şiddette olacaktır. Sekiz-on milyon asker birbirini kıracak ve böylece bütün Avrupa'yı çekirge sürülerinin bile beceremeyeceği şekilde soyup soğana çevirene kadar, hırsla yiyip yutacaklardır. Otuz yıl savaşlarının yıkımı 3-4 yıla sığacak ve bütün kıtaya yayılacak; açlık, veba, ordularda ve halk kitlelerinde son haddine ulaşmiş ıstırap ve tehlikenin yarattığı bir çöküntü; ticaret, sanayi, bankacılıkta kurduğumuz suni mekanizmanın genel iflasla sonuçlanmasının doğurduğu umutsuz karışıklık; eski devletler ile bunların geleneksel devlet felsefesinin çöküşü öylesine bir hal alacak ki, düzinelerle taç kaldırmlarda yuvarlanacak ve mücadeleden kimin galip çıkacağını kestirmek imkansızlığı; yalnız tek bir sonuç kesinlikle belli: genel bir bitkinlik ve işçi sınfının nihai zaferi için şartların hazırlanması.
Son hadde ulaşmış karşılıklı silahlanma yarışı sistemi nihayet meyvalarını vermeye başladığı zaman durum budur... Savaş, belki de bizi geçici olarak geriye itebilir, kazandığımız birçok mevzileri bizden kopartıp alabilir. Fakat tekrar kontrol altına alamayacağınız güçleri bir defa başı boş bıraktınız mı her şey kendi bildiği gibi hareket edebilir: Dramın sonunda siz mahvolursunuz ve proletaryanın zaferi ya kazanılmış olur ya da herhalde (doch) kaçınılmaz hale gelir." (Lenin, Sosyalizm ve Savaş, s. 172-173)
-III- SÜREKLİ BUHRAN VE SÜREKLİ DEVRİM TEORİSİ 1848'den 1850 sonbaharına kadarki süreç içinde Marks ve Engels'in devrim perspektifleri sürekli devrimdir. Bu stratejik görüş o dönemi yanlış değerlendirmenin bir sonucudur. Marks ve Engels, 1847'deki iki büyük krize (1847 dünya ticaret ve sanayi krizi ile tarım krizine) bakarak, kapitalizmin artık son saatlerinin geldiğini, büyük mücadelenin nihayet başladığını, sosyalist devrimler çağının açıldığını zannetmişlerdi. Yani, Marks ve Engels 1847'de patlayan dünya ölçüsündeki kapitalizmin ekonomik buhranının, sistemin sürekli ve son buhranı sanmışlardır. İşte, bu sürekli devrim teorisi, sürekli bunalım teorisinin bir ürünüdür.
1847-50 döneminde, Marks ve Engels, Fransa'da ve de Avrupa'da proletarya devriminin yakın bir zaman içinde olacağını düşünerek, Almanya'daki gecikmiş burjuva demokratik devrirnine, proletaryanın önderlik etmesini savunuyorlardı. Bu dönemde Marks ve Engels, teorik ve pratik çalışmalarının çoğunu Almanya üzerinde yoğunlaştırmışlardı:
"Komünistler dikkatlerini en çok Almanya üstüne çeviriyorlar, çünkü bu ülke, Avrupa uygarlığının daha ileri şartlarında, XVII. yüzylıda İngilterede, XVIII. yüzyılda Fransa'da olandan çok daha gelişmiş bir proletarya ile yapılmak durumundaki bir burjuva devriminin eşiğindedir ve çünkü Almanya'daki burjuva devrimi, onun hemen ardından gelecek bir proletarya devriminin ilk adımı olacaktır". (Marks, Engels, Manifesto, s. 9 1)
Görüldügü gibi, Marks ve Engels'in Almanya için öngördügü devrim sürekli devrimdir. Ve bu sürekli devrim, aşamasız değil aşamalı devrim teorisidir. Burası son derece önemlidir. Lenin'in emperyalist dönemde hayata uyguladıgı bu teoriyi, Trotçkist sürekli devrim teorisinden ayıran temel özellik budur. 1849'un Almanyası için sürekli devrimi sadece Marks ve Engels öngörmüyordu. Gosttschalk ve taraftarları da sürekli devrimi öngörüyorlardı: ama onların sürekli devrimi aşamasız veya tek aşamalı bir devrimdir. (Cool (Köylülerin devrimci potansiyelini küçümseme, proletaryanın ittifaklarını reddetme; bu teorinin özü budur) ve Marks'ın aşamalı devrim önerisine [önce burjuva devrimi, sonra proleter devrimi] şiddetle çattıyorlardı: "Neden kanımızı dökecekmişiz? Sizin bildirdiğiniz gibi, vaiz bey, (Marks kastediliyor) orta çağ cehenneminden kurtulacağız diye... kapitalizm tarafına mi koşmalıydık."
Derhal proletaryanın devrimci iktidarını kurarak sürekli devrim yoluyla komünizme geçmeyi ileriye süren Gottschalk ve taraftarlarına karşı, Marks ve Engels, Almanya'daki "gelen devrimin" görevinin derebeylik kalıntılarını silip süpürmek, burjuva demokrasisini derinleştirmek olduğunu, onların söylediği gibi bir tarihi görevin üstünden atlayarak geçmenin imkansız olduğunu söylüyorlardı.
Marks ve Engels'in öngördügü aşamalı devrim teorisinin temelinde, Almanya'daki gecikmiş burjuva devrimini, liberal burjuvaziyi karşıya alarak bizzat proletaryanın, küçük-burjuva demokratlarla ittifak kurarak yapması ve proletaryanın hiç durmadan, devrimi sürekli kılarak sosyalizme germesi düşüncesi yatmaktadır. Bu teoriye göre: Liberal burjuvazi karşıya alınmalıdır, çünkü liberal burjuvazi korkak ve zayıftır, Fransa'da olanlardan sonra ürkmüştür, fcodallerle anlaşarak devrime ihanet etmiştir. Bu yüzden Almanya'daki burjuva devrimi, ancak liberal burjuvazi karşıya alınarak, yani ona rağmen gerçekleşebilir.
Bununla beraber bu devrim, sosyalist bir devrim olmayacaktı, "cumhuriyetçi ve sosyal" bir devrim olacaktı. Feodal ve mahalli aristokrasi devrilecek, herkese oy hakkı tanınacak, köylüler serf durumundan kurtarılacak, özgür vatandaş durumuna getirilecek, ve de burjuva demokrasisi derinleştirilecekti. Fakat özel mülkiyet, kapitalist sömürü ve sınıflararası çatışma devam edecekti. Ancak özel mülkiyetin yanında kamu mülkiyeti de, proletaryanın yönetime katılması ölçüsünde yer alacaktı. Yani proletarya ekonominin ve üretimin düzenlenmesinde söz sahibi olacaktı. Devletin sınıfsal niteliği ise karma olacaktı. İktidar, işçilerin, köylülerin ve radikal küçük-burjuvazinin ortak iktidarı olacaktı. Böylece "sosyalist demokrasiye" doğru yeni bir hamlenin şartları yaratılmış olacaktı. Ancak unutmamak gerekir ki, demokratik küçük-burjuvazi kırlarda feodal mülkiyetin tasfiyesinden sonra, onun yerine, küçük kapitalist üretimi (ve mülkiyeti) yayarak, kendi hakimiyetini sağlamak isteyecekti. Yani devrimi "mümkün olduğu kadar çabuk" durdurmaya çalışacaktı. Proletarya ona bu fırsatı vermemelidir. Derhal bağımsız bir parti olarak örgütlenip, devrimi sürekli kılmalıdır.
"Küçük-burjuva demokratlar... devrimi bir an önce sona erdirmek isterken, az çok varlıklı bütün sınıflar iktidardan uzaklaştırılmadıkça, proletarya devlet iktidarını ele geçirmedikçe, sadece bir ülkede değil dünyanın belli başlı bütün ülkelerinde proleter örgütleri, bu ülkeler proleterlerı arasında rekabeti durduracak ölçüde gelişmedikçe ve üretici güçler, hiç değilse tayin edici nitelikte güçler, proleterlerin eline toplanmadıkça, görevimiz devrimi sürekli kılmaktır." (Marks ve Engels'in Merkez Komitesi Kanalıyla, Komünist Ligasına Hitab'ından, aktaran Stalin, Leninizmin İlkeleri, s. 38).
Sonradan emperyalist dönemin Marksizminin devrim teorisi olacak olan Marks ve Engels'in sürekli devrim teorisi işte budur.
Dikkat edilecek olursa, Marks ve Engels'in sürekli devrim teorisi, dört ana unsuru ihtiva etmektedir:
1) Sürekli devrim teorisi, sürekli buhranlar teorisinin sonucudur. (Sürekli buhran, kesiksiz buhran değildir. Bu, kapitalizmin öldürücü buhranın zaman zaman kesilmesi fakat yok olmaması demektir. Bir başka deyişle, kapitalizmin ölüm döşeğine girmesi, zaman zaman komadan çıkması, düzelmesi ama döşekten kalkamamasıdır.)
2) Sürekli devrim teorisi, Avrupa devriminin yakın olması düşüncesine dayanır.
3) Sürekli devrim teorisi, o zamana kadar burjuvazinin ordusu sayılan köylülerin, proletaryanın ordusunu teşkil etmesi düşüncesine dayanır. Bu teori geniş köylü yığınlarının burjuvazi tarafından değil, proletarya tarafından feodalizme karşı kanalize edilmesini öngörür. Bir başka deyişle, sürekli devrim teorisi, köylülerin devrimci potansiyelinin Marksist analizidir.
4) Marks ve Engels'in sürekli devrim teorisi, Almanya'da gecikmiş burjuva devrimine proletaryanın önderlik etmesini ve bu proletaryanın, Avrupa proletaryasının -özellikle Fransız proletaryasının- yardımıyla, durmaksızın, sosyalist devrime yönelmesi düşüncesine dayanır.
Özetlersek bu teorinin özü, köylü kitlelerinin devrimci potansiyelinin doğru değerlendirilmesine, proletaryanın önderliğinde devrim doğrultusunda kanalize edilmesine dayanmaktadır.
Gottschalk ve etrafindaki "Kaba Komünistler"in sürekli devriminde ise, köylü kitlelerinin devrimci potansiyelini küçümseme, ekonomik ve sosyal determinizmin belirleyiciliğini önemsememe (bunlar bir tarihi dönemin atlanabileceğini savunuyorlardı) temeldir. (Sol sapma). Trotçki'nin sürekli devrim teorisinin de temelinde bu düşünce yatmaktadır. İleriki bölümlerde göreceğimiz gibi, ihtilâlci inisiyatiften yoksun olan bütün sağ oportünistler ve pasifistler de, daima görünüşte proletaryaya sıkı sıkı sarılarak, köylü kitlelerinin devrimci potansiyelini azımsayarak, pasifizmlerine ideolojik kılıf bulmaya çalışmışlardır.
Görüldüğü gibi, bütün "sağ" ve "sol" sapma, proletaryaya tek başına kaldıramayacağı kadar yük yüklemede ve köylülerin devrimciliğini küçümsemede birleşmektedirler. Sağ ve "sol" sapmaların ortak yanı budur. (1905 Rus Demokratik Devrim döneminde, en "sol"da gözüken Trotçki'nin menşevik öze sahip olmasının temelinde bu yatar).
Başında da belirttiğimiz gibi, Marks ve Engels, sonradan bu teoriyi terketmişlerdir. (1850'lerden sonra) Çünkü bu teori, kapitalizmin sürekli bunalım teorisine dayanmaktadır. Oysa 1850' ler, kapitalizmin üretici güçleri geliştirdiğı, kamçıladığı, burjuva anlamında toplumun refah içinde oldugu yıllardır. (Bilindiği gibi, kapitalizm sürekli buhrana, emperyalist dönemde girmiştir). Ve Marks ve Engels'in kapitalizmin "sürekli ve son" buhranı zannettikleri, 1847 ekonomik buhranı, ne sürekli buhrandı ne de kapitalizmin son buhranıydı.
Marks ve Engels, 1850 sonbaharında yanılgılarını anladılar. (Bakınız İkinci Bölüm). Ve bu bunalımın devrevi bir bunalım olduğunu söylediler. Daha kapitalizm sürekli ve kesintisiz bunalımlar dönemine girmemişti. Bundan sonraki yıllarda Marks kapitalizmin buhranları meselesi üzerine eğildi. Ve kapitalizmin devrevi buhranlarını ve sistemin genel buhranını Kapital'de etraflı bir şekilde inceledi. Marks kapitalizmin bu devrevi buhranlarının özünün "kârın normal oranın altına düşmesi"ne dayandığını, bu devrevi bunalımların aşırı üretimin fazlalıklarını emerek ekonomiyi temelde düzenlediğini, yapıyı tedavi ettiğini ve de her devrevi buhrandan sonra bir nispi refah döneminin başladığını açık bir şekilde Ekonomi Politiğin Eleştirisi'nde ortaya koydu. (Bkz. Kapital, cilt. 5, s. 694-95).
Bu analizlerin sonucu Marks kapilizmin o çağdaki gelişme durumundan dolayı sürekli bir buhranın (o dönem için) söz konusu olamayacağını anlayarak, bu sürekli devrim teorisini terketti. Ve bu teori uzun yıllar terkedilmiş ve unutulmuş bir teori olarak bir kenarda kaldı. Ta ki, kapitalizm gerecekten sürekli (genel) buhranlar dönemine yani emperyalist aşamaya girene kadar. Bu süre içinde Marksist devrim teorisinde daima ekonomik ve sosyal determinizm (determinist yön) ağır bastı.
Lenin 20. yüzyılin bginda, kapitaamin ekonomik ve politik alanda eşit oranda gelişmeme kanununu -bu kanunun ilk ipuçlan Marks'in ekonomi politiği eleştirirken yaptığı soyutlamalarda vardır- bularak, onun en yüksek aşaması olan emperyalizm teorisini formüle ederek, kapitalizmin sürekli ve son buhranlar çağının başladığını, Marks ve Engels'in "bekledikleri büyük mücadele anının" artık geldiğini söyleyerek, Rus proletaryasının devrim teorisinin, sürekli veya kesintisiz devrim teorisi olduğunu ilan etti.
İkinci Enternasyonal'in sözcüleri ve partileri, özellikle bu kuruluşun Rusya kolu olan menşevikler, Marks ve Engels'in sürekli devrim meselesinde yanıldıklarına ilişkin sözlerini, mekanik yorumladılar. Marks ve Engels'in, o tarihi şartlar altında, -tekel öncesi dönemde- kapitalizmin sürekli buhranlarının mümkün olamayacağını, dolayısıyla da sürekli devrim teorisinin geçerli sayılamayacağına ilişkin değerlendirmelerini, emperyalist dönemin şartlarında kapitalizmin sürekli bunalımlar dönemine girdiği gerçeğini hesaba katmayarak, bir dogma şeklinde, her şart altında geçerliymişcesine ele aldılar. (Bu ele alışları sağ oporünizmin ve pasifizmin değişmez karakteridir).
Bunlar, somut durumların somut tahlilini bir yana bırakarak, Marks ve Engels'in başka tarihi şartlarda başka ülkeler için öngördükleri tezlerine -devrimin kapitalizmin en gelişmiş ülkede başlayacağı ve barışçıl geçişin de mümkün olabileceğine ilişkin- dört elle sarıldılar. Oysa kapitalizm, Marks ve Engels'in döneminin kapitalizmi değildi. Kapitalzm, sürekli buhranlar çağına, proleter devrimleri çağına girmişti. Marks ve Engels'in tekel öncesi dönemde hatalı olarak niteledikleri sürekli devrim teorisi, kapitalizmin sürekli buhranlar döneminde, Marksizmin dcvrim teorisi oluyordu.
-VI- DEVRİMCİ ŞİDDET VE BARIŞCIL GEÇİŞ Marks ve Engels, Lenin'in deyişiyle sosyalizme geçiş meseleleri ile yani biçim meseleleri ile kendilerini bağımlı kılmamışlardır. Sadece genel kural öngörmüşlerdir. Bu kurala göre, proletaryanın burjuva diktatoryasını alaşağı edebilmesi için devrimci şiddete, zora başvurması zorunludur. Zor, Marks'in deyişiyle, bir yenisine gebe olan her eski toplumun ebesidir. Sosyal devrimin bir tek yolu vardır, Marks'a göre: "...Ancak, artık sınıfların ve sınıf çelişmelerinin bulunmadığı bir düzendedir ki sosyal evrimler, artık siyasi devrimler olmaktan çıkacaklardır. O zamana kadar toplumun her yerinden degiştirilip, düzeltilmesinin arifesinde sosyal bilimin son sözü şu olacaktır: Ya mücadele ya ölüm, ya kanlı savaş ya da yok olma." (Felsefenin Sefaleti, s. 195).
Fakat Marks ve Engels hayatın çok yönlülügü karşısında dogmatizme düşmemek için şartlı, sınırlama içinde, yani amaca banşçı ajitasyonlarla daha çabuk ve daha emin ulaşılması mümkün oldugu yerlerde, barışçıl geçişten de bahsetmişlerdir.
Marks ve Engels "barışçıl yollardan sosyalizme geçişi" Kara Avrupa'sindan tamamen farklı ve de çok degişik özelliklere sahip İngiltere ve Amerika için bir ihtimal olarak öngörmüşlerdir. Marks ve Engels'e göre bu ülkeler banşçıl geçişi mümkün kdabilecek özelliklere sahiptirler. Bir kere, kapitalizm Kıta Avrupa'sına kıyasla bu ülkelerde daha gürbüzdü. Proletarya bu ülkelerde -İngiltere'de- nüfusun çoğunluğunu teşkil ediyordu ve sendikalarda çok iyi örgütlenmişti; ve de Kara Avrupa'sı proletaryasına nazaran kültür düzeyi daha yüksekti. Kapitalist sınıf, Kara Avrupa'sındaki benzerlerine kıyasla çıkarlarını çok daha iyi anlamıştı ve uzlaşma geleneğine sahipti. Bütün bu özelliklerinin yanında bu ülkelerde burjuva devleti yani bürokrasi ve militarizm, Kara Avrupa'sına kıyasla daha zayıf ve cılızdı. Bu nedenlerden dolayı, bu özelliklere sahip olan İngiltere ve Amerika'da proletarya burjuva parlamentosu kanalıyla yani oy mekanizması aracılığıyla, "kapitalistleri satın alma yoluyla" iktidara gelebilirdi.
New York Tribunene, 1851 Nisan'ında yazdıgı bir makalesinde şöyle diyor bu konuda Marks:
"İngiliz işçi sınıfı için genel oy kullanma hakkı ve siyasi iktidar aynı şeyi ifade eder. Proletarya nüfusun çogunluğunu teşkil etmektedir. İngiltere'de genel oy hakkının kazanılması, Kıta Avrupa'sında sosyalist diye adlandırılan herhangi bir vasıtadan çok daha fazla bir ilerleme, yani sosyalizme doğru bir ilerleme teşkil edecek; genel oy... hakkının kazanılmasının kaçınılmaz sonucu işçi sınıfının politik hegomonyası olacaktır."
-V- "MİLLİLİK" VE ENTERNASYONALİZM Bu meseleye girmeden önce millilik ve enternasyonalizm hakkında Marks ve Engels'in görşleri üzerinde kısaca duralım.
Marks ve Engels, somut durumlann somut tahlilini yaparken, proletarya devrimine kapitalist ülkelerin bütünü açısından bakmışlardır. Marks ve Engels, proletarya ve dünya emekçilerinin kurtuluşunu, her şeyden önce Avrupa'da ve Amerika'da proleter enternasyonalizminin -I. Enternasyonal'in- iktidara gelmesine bağlamışlardır. Onlar dar milli sınırlar içinde, millet çerçevesinde devrim mücadelesinin hapsedilmesine daima karşı çıkmışlardır. Onlara göre, proletaryanın devrimci mücadelesinin amacı, burjuvazinin çizdiği sınırları aşmak ve ulusların enternasyonalizmini gerçekleştirmektir; proleterlerın vatanı yoktur, onların vatanı enternasyonaldir. (9)
"Proleterler, bütün ülkelerde bir tek ve aynı menfaatin; bir tek ve aynı düşmanın, bir tek ve aynı savaşın karşısındadırlar; proleterlerin çoğu daha şimdiden tabi olarak milli peşin hükümlerden sıyrılmışlardır; onların bütün hareketleri, temel bakımından insancıl ve milliyet karşıtıdır. Milliyeti yalnız proleterler ortadan kaldırabilirler." (Marks)
Fakat bu, her ülkede proletaryanın o sınırlar çerçevesi içinde kendi burjuvazisi ile savşarak, milli iktidarını kurmaması anlamında yorumlanmamalıdır. Tam tersine, her ülkenin işçi sınıfı, sınıf olarak her şeyden önce kendi ülkesinde iktidarı ele alabilecek şekilde teşkilatlanmalı, kısa ve uzun vadeli taktiklerini, mücadele zemini olarak kabul ettiği ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi şartlanına yani sosyal yapının tutarlı analizine, hal ve şartların doğru değerlendirilmesine dayandımalıdır.
Bu açıdan proletyanın sınıf mücadelesi, içeriği bakımından değil, sadece formu bakımından millidir.
Lassalle'cilerin etkisi altında kaleme alınmış olan Gotha Programı'ndaki "İşçi sınıfı, bütün uygar ülkelerin işçilerinin ortak çabası olan gayretinin zorunlu sonucunun, halkların uluslararası kardeşliği olacağını bilerek kurtuluşu için ilk önce bugünkü ulusal devlet çerçevesi içinde çalışır" metnini meseleyi dar ulusal açıdan aldığı için eleştiren Marks bu konuda şunları söylemektedir:
"Komünist Manifesto'nun ve daha önceki sosyalizmin tümünün tersine, Lassalle işçi hareketini en dar ulusal açıdan kavramıştır. Program tasarısında Lassalle'in bu yolu izlenmektedir ve bu, Entemasyonal'in eyleminden sonra yapılmaktadır!
Besbelli ki, işçi sınıfı, mücadele edebilmek için sınıf olarak kendi ülkesinde örgütlenmelidir ve her ülke ayrı ayrı bu sınıf mücadelesinin sahnesidir. İşte işçi sınıfının mücadelesi bu anlamda ulusal nitelik taşır, muhtevası bakımından değil, ama Komünist Manifesto'nun da dediği gibi 'şekil bakımından' ulusal" (Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, s. 36)
İşte Marks ve Engels enternasyonalizm ve "millilik" ilişkisini bu şekilde ele almaktadır.
-VI- PROLETARYA DEVRİMİ, TEK ÜLKEDE Mİ, BÜTÜN AVRUPA'DA Ml? Kapitalizmin dengesiz gelişmesinin henüz tam anlamıyla tespit edilmesine imkan olmayan tekel öncesi dönemde, Marks ve Engels, tek bir ülkede devrimin zaferinin kesinleşmesinin imkansız olduğunu, bir dünya çapında krizin hemen ertesinde, bütün kapitalist ülkelerin proletaryasının birlikte kurtuluşunun söz konusu edilebileceğini söylemişlerdir.
Marks dar ulusal sınırlar içinde bir proleter devriminin tamamlanmasının imkansız olduğuna örnek olarak, 1849 Haziran'ındaki Fransız proletaryasının bozgununu göstermektedir:
"İşçiler... Fransa'nın ulusal sınırları içinde bir proleter devrimi tamamlayabileceklerini düşünüyorlardı. Fakat Fransa'nın üretim şartları, dış ticaretiyle, dünya piyasasındaki durumuyla ve bu piyasanın kanunlarıyla belirlenmiştir. Fransa, bunları, bütün Avrupayı içine alacak ve dünya piyasasının despotu İngiltere üzerinde tepkisi olan bir devrimci mücadele olmaksızın nasıl parçalayacaktı?" (Fransada Sınıf Mücadeleleri, s. 48. italikler bize ait)
Marks, görüldüğü gibi bu yıllarda, dünya devriminin -Avrupa devriminin- başlangıç noktası olarak İngiltere'yi görmektedir. Marks'a göre, Fransa'daki mevcut siyasi krizin bir çözüme ulaşması ve proletaryanın yönetime geçebilmesi için, bütün dünyayı sarsan bir krizin olması ve bu kriz döneminde, İngiltere'de bir proleter devriminin patlak vermesi şarttır:
"....Fransız toplumunun içindeki sınıflar mücadelesi, bütün uluslarin karşi karşıya geldiği bir dünya savaşı halinde genişler. Dünya ölçüsünde bir çözüme ancak dünya pazarına hakim olan ulusun, yani İngiltere'nin başına, bir dünya savaşı dolayısiyla, proletaryanın geçmesi sonucunda yaklaşmak mümkündür." (Karl Marks, Fransa'da Sınıf Mücadeleleri. s. 132)
1847-50 yıllan arasında Kıta Avrupa'sında sürekli devrimin olacağını zanneden, sonra bunda yanıldıklarını söyleyen Marks ve Engels'in devrim teorilerinde, görüldügü gibi 1850'de ihtilâlci inisiyatif değil de, ekonomik ve sosyal determinizm ağır basmaktadır. Onlara göre Avrupa devrimi üretici güçlerin gelişme seviyesi en yüksek -objektif şartları en olgun- ülke olan İngiltere'den başlayacaktı.
1850 yılında İngilterede yerleşen Marks ve Engels uzun bir süre İngiltere'ye bu gözle baktılar. (Dünya devriminin başlangıç noktası olarak gördüler). Fakat 1850'lerden sonra, hızla İngiliz işçi hareketi küçük-burjuva reformizmine, trade-union'cu bataklığa yöneldi; ve yavaş yavaş işçi ile işveren arasında ortalama bir zümre, işçi aristokrasisi doğmaya başladı. Bu aristokrasinin sınıf mücadelesini, kapitalizmin isteklerine uygun bir yöne kanalize etmeyi iyi kötü başardığını gören Marks ve Engels, İngiltere'den ümitlerini keserek, tekrar bütün dikkatlerini Kıta Avrupa'sına çevirdiler. Paris Komünü hareketinde Fransız işçisinin hunharca ezilmesinden sonra, Marks ve Engels, bütün ümitlerini Almanya' daki mücadeleye bağladılar. Ve Almanya'daki proletarlanın muhtemel bir zaferini, dünya devriminin başlangıcı olarak gördüler.

Özetlersek, Avrupa devrimini bir bütün
olarak gören Marks ve Engels'e göre ilk muzaffer proletarya devrimi üretici
güçlerin gelişme seviyesinin az çok yüksek olduğu bir Avrupa ülkesinde
olacaktı. Yani Marks ve Engels'in devrim teorilerinde ekonomik ve sosyal
determinizm ağır basmaktadır. İhtilâlci inisiyatifin rolü daha
talidir. Fakat devrim mihrakının batıdan -İngiltere'den- yavaş yavaş
doğuya doğru kaymasına parallel olarak ihtilâlci inisiyatifin nispi önemi
de artmaktadır. (Ancak daima belirleyici yön, ekonomik ve sosyal
determinist yöndür).

Misafir
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

SAVAŞ SÜRÜYOR... Empty Kesintisiz Devrim Tezleri

Mesaj  Misafir Salı Ocak 12, 2010 4:11 pm

Bilindiği gibi Türkiye Solunda uzun yıllar revizyonizm, pratiğe ışık tutmayan entelektüel tahlilleri, kuyrukçu çalışma tarzı ve iğrenç ilişkileri ile etkin ve yönlendirici unsur olmuştur.

1961 Anayasasının oluşturduğu sınırlı demokratik haklar, bu akıma hiç bir tarihsel dönemde olmayan maddi bir ortam yaratmıştır.

Devrimci hareket, devrimci-milliyetçi bir rotanın peşine takılarak, onun himayesinde entelektüel planda yıllar önce sosyalizmin ustaları tarafından yazılmış, çizilmiş ve her biri, belli bir devrimci pratiğin ürünü olan siyasi tahliller, yerli "teorisyenler" tarafından adaptasyonlarla, teori yeniden keşfedildi (!). Yıllar ülkedeki devrimci mücadeleye ilişkin "nerede ve nasıl başlamalıdır?" sorusuna açıklık getirecek, somuta ilişkin hiçbir şey yazılmadan geçti. Kitap ve broşür çıkarma (ticaretle karışık) başlı başına bir eylem haline geldi.

Yetişen genç devrimci kuşaklar da bu ortamda, bu ortamın ilişkileri içinde sosyalist gıdalarını aldılar.

Ülkede belki hiçbir sömürge ülkede olmayan çok enteresan bir durum ortaya çıktı. Korkunç bir seviyede (!) (aslında yıllar önce ustalarca yapılmış olan) teorik polemikler, ideolojik spekülasyonlar solu kırıp geçirirken, pratik ise üç-beş üniversitelinin, küçük-burjuva anlamda yaptığı gençlik eylemleri olarak kalıyordu.

Revizyonist anlayışla, Amerikalar yeniden keşfediliyor, üç aşağı beş yukarı, belli bir seviyede olan herkesin kabaca doğru olarak değerlendirebileceği, ülkenin tarihsel şartlarının içine "lider teorisyen kadrolar" balıklama dalıyorlar. Kademe kademe önce, Osmanlı İmparatorluğunda Asya tipi üretim tarzı mı yoksa feodal üretim tarzı mı egemendi, arkasından da 1960'ların Türkiye'sinde feodalizm mi, yoksa kapitalist ilişkiler mi egemendir, yoksa varolan üretim ilişkileri kapitalize ilişkiler midir? Tartışmaları solu kaplıyordu.

Feodalizm egemendir, kapitalizm egemendir tefrikalarının yayınlandığı dergiler etrafında fraksiyonlar savaşı en şiddeti ile yıllar boyu sürdü. Revizyonizm, oportünizm suçlamaları ortalığı kırıp geçirdi. Her çıkan dergi, birer "ciddi" hareketin temsilcisi iddiası içinde, sosyalist blok içindeki şu veya bu devlete karşı politik tavırlarından, Osman Gazi'den itibaren üretim ilişkilerinin gelişme sürecine ilişkin görüşlerini, ilk sayılarında 80-100 (hızını alamayan daha da fazla) sayfalık broşürlerle ortaya koyuyorlardı. (Aslında hepsinin değerlendirmesi de, terminoloji ve nüans farkları hariç, öz bakımından üç aşağı beş yukarı aynıydı.)

Genellikle soldaki samimi unsurlar da, bu havaya göre şartlanmışlardı. Sürekli olarak herkes, her gün dergilerde ve her yeni ayrılıkta yeni bir Amerika'nın keşfini bekliyordu. Oysa, dünyanın hiçbir ülkesinde devrim hareketi, önce teorik planda binlerce sayfalık yazılar yazıp, sonra da pratiğe geçmemişti. Ulemaların yazıları arasında artık samimi unsurlar ne yapacaklarını şaşırmışlardı (1).

İşte biz bu hava içinde, biraz da bu havanın etkisinde kalarak doğru çizgiyi, ayaklarımız bu bataklıkta olduğu için ağır ağır yürüyerek bulduk. Aynı yavaşlıkla da pratiğe geçtik. (Teoriyi devrim yapmak için okuduk, öğrendik. Ancak bu ulema olduk anlamında yorumlanmamalıdır. Biz sosyalizmin öğrencileriyiz. Ve bu öğrencilik hayatımız boyunca devam edecektir.)

Bu gerçeği de Kurtuluş'un birinci sayısında şu şekilde ortaya koymuştuk: "Bu hareket, revizyonizmin uzun yıllar etkinliğini sürdürdüğü bir ortamda filizlenip gelişmiştir. Dolayısıyla revizyonizmin (pasifizmin) kalıntılarını da içinde belli bir süre taşıyacaktır. Bu kalıntılar savaş içinde, savaşa savaşa atılacaktır." (Metin elimizde olmadığı için kelime kelime aynen değil de, hatırlayabildiğimiz şekilde yazdık.) (2)

Yine o sayıda bundan böyle yazılacak olan teorik yazıların kısa, öz ve açık yazılar olacağını ve teorik değerlendirmelerin masa başında değil de, pratikten çıkan zengin deney ve tecrübelerin, Marksizm-Leninizm kılavuzluğunda yoğrulacağını belirtmiştik.

Şu anda, daha önce genel hatları belirtilmiş olan partimizin ideolojik-politik-örgütsel-stratejik ilkelerini ortaya koyarken hareket noktamız bu devrimci tespit noktası olacaktır.

Bu ilkelerimizi, bir sürü genel doğrularla, Marksizmin lafızları arasında yüzlerce sayfalık metinlerle ortaya koymak, takdir edileceği gibi pekala mümkündür. Ve pekala mümkündür sözde pratiğe ışık tutacak, bir sürü masa başı ahkamlar kesmek.

Ama hayır! Partimizin bünyesinde bu tip entelektüel tahlillere yer yoktur. Dilimiz, terminolojimiz ve tahlillerimiz genel olarak dünya devrimci pratiğinin, özel olarak da pratiğimizin ürünü olmalıdır.

Genel çizgimize ilişkin sorunlarımızı en açık, öz ve direkt pratiğimize ışık tutacak şekilde ele almalıyız.

Partimiz, diyalektik ve tarihi materyalizmin ilkeleri üzerinde kurulmuş Leninist bir partidir.

Partimiz Marksizm-Leninizm kılavuzluğu altında, emperyalizmin III. bunalım döneminin çelişki ve ilişkileri ile, bu çelişki ve ilişkilerin Türkiye'ye yansımasının (ülkemizin tarihi, sosyal, politik, ekonomik, psikolojik niteliklerinin) devrimci tespitinden hareketle politikleşmiş askeri savaş stratejisini, devrim stratejisi olarak saptamıştır.

Bu stratejik çizgi, kır ve şehiri silahlı propaganda ve öteki politik kitlevi mücadele biçimlerini diyalektik bir bütün olarak ele alan çizgidir.

Bilindiği gibi, gerilla savaşı kavramı, kavram olarak tek başına nitelik belirleyici değildir.

Merkezi otoriteye karşı mahalli mütegallibe de, düzenli birlikleri yenilmiş bir ordu da düşmanına karşı gerilla savaşı yürütebilir.

Gerilla savaşının devrimci politik amaçlarla, siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının bir aracı olarak yürütülmesine, yani politik kitle mücadelesi olarak ele alınmasına politikleşmiş askeri savaş stratejisi denir. Politikleşmiş askeri savaş stratejik çizgisinin teorik kaynakları, hareket çizgisi, somut durumların somut tahlilindedir. Yani genel olarak emperyalizmin III. bunalım döneminin ayırt edici niteliklerinde özel olarak bu çelişki ve özelliklerin Türkiye şartlarına yansımasında yatmaktadır.



Devrim stratejisini bu şekilde saptayan bir örgütün örgütsel ilkesi de, bu Leninist çizginin örgütsel ilkesi olan, politik ve askeri liderliğin birliği ilkesidir.



Bu teorik temelleri kısa ve öz olarak açıklamadan önce, Marksist-Leninist teoriye ilişkin bazı ön açıklamaların, meselenin somutlaşması açısından faydalı olacağı kanısındayız.


Misafir
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

SAVAŞ SÜRÜYOR... Empty 12 MART SONRASI TÜRKİYE SOLU

Mesaj  Misafir Salı Ocak 12, 2010 4:12 pm

Giriş bölümünde belirttiğimiz gibi "sosyalist cephe"de ülkenin objektif ve tarihi şartlarının bir sonucu olarak revizyonizm ve pasifizm etkin ve yönlendirici unsur olmuştur.

Türkiye'de küçük-burjuvazinin ekonomik ve politik örgütlenmesinin güçlü ve yaygın olması ve ülkemizin 1946'lara kadar küçük-burjuvazi diktatörlüğü altında bir ülke olmasından ve de küçük-burjuvazinin 12 Mart'a kadar bürokrasi ve ordu içinde belli ölçüde etkinliğinden dolayı, küçük-burjuva devrimciliği ülkemizde yaygın bir alana sahip olmuştur.

Yirminci yüzyılın üçüncü çeyreğinde sosyalizmin dünya çapındaki prestijinden dolayı, radikal küçük-burjuvazi geri bıraktırılmış ülkelerde sosyalizm adı altında politik arenada yer almaktadır.

Ülkemizdeki küçük-burjuva radikalizminin güçlülüğü ve devlet üzerindeki etkinliği "sosyalist cephede" şu veya bu içimde ve görünüm altında pasifizm ve küçük-burjuva radikalizmine bel bağlama umudunu yaratmıştır.

Bu ortamda ülkemizdeki sosyalist hareket bağımsız olamamış, sürekli olarak küçük-burjuva radikalizmi ile iç içe olmuş ve de küçük-burjuvazinin legalite şemsiyesi altında gelişmeye çalışmıştır.

İşte bu ortamda 12 Mart askeri darbesi olmuş ve 1923'ten beri süre gelen nispi denge (önce devrim cephesi lehine, 1946'dan sonra aleyhine olan) bozulmuş ülkedeki oligarşi, küçük-burjuvazinin politik gücünü kırarak devletin bütün kurumlarına egemen olmuş ve baskı ve şiddet politikası ile solu dağıtmıştır.

12 Mart öncesinde yedi-sekiz fraksiyon halinde olan sol, bugün başlıca iki kampa ayrılmıştır:

� Silahlı devrim cephesi.

� Oligarşinin soldaki uzantısı pasifist cephe.

Silahlı propagandaya, gerillaya karşı olmanın hainlik sayıldığı hemen hemen herkesin savaş, silahlı eyleme geçme sözlerini ağzından düşürmediği 12 Mart öncesi ortam ile 12 Mart sonrası ortam iki ayrı dünya gibidir. En iyi devrimciliği en keskin gözükmek şeklinde anlayan, silahlı propagandayı ağızlarından düşürmeyen, silahlı propagandayı savunmayan herkesi hainlikle suçlayan pek çok legal dönemin keskin "gerilla uzmanları" silaha sarılmaktan başka hiçbir yolun kalmadığı 12 Mart sonrasında ise, 12 Mart öncesinde devrim meselesini iyi düşünmediklerini, aslında silahlı propagandanın örgütleyici olmadığını, yanlış olduğunu, daha önce meseleleri iyi bilmediklerini, 12 Mart'tan sonra teoriyi öğrendiklerini söyleyerek, daha önce pasifizm diye küfrettikleri uluslararası revizyonizmin çizgisine dört elle sarılmışlardır.

Bu son derece doğaldır. Çünkü her darbe, sağ ve pasifist eğilimleri ortaya çıkartır. 1905 yenilgisi Menşevik çizgiye geçici olarak güç kazandırmıştır.)

12 Mart'tan sonra Türkiye solunda birbirine zıt iki gelişim olmuştur.

Birincisi genellikle öğrencilerin dışında halkın çeşitli kesimlerinden gelen pek çok yeni ve tutarlı elaman silahlı propagandanın etrafında toplanırken legal dönemin bazı keskin "cazip şöhretleri"de, geçmişte yanlış düşündüklerini söyleyerek, pasifizmin cephesine gönüllü yazılmışlardır.

Soldaki bu oluşum, partimizi de etkilemiş ve partimizin içinden ufak bir grup, partimizin ideolojik, teorik ve stratejik görüşleri ile eylemlerini narodnizmin, anarşizmin teorisi ve pratiği diyerek, pasifist cephenin parti içindeki uzantıları olmuşlardır.

Bu sağcı unsurlara göre;

� THKP-C'nin ideolojik-stratejik temellerini açıklayan 1 No'lu parti ve cephe bildirileri ve de Kurtuluş'taki "Devrimde Sınıfların Mevzilenmesi" yazıları, anarşizmin, fokoculuğun ve narodnizmin teorileridir.

� Şubat-Mayıs gerilla hareketleri, yani partimizi kitlelere tanıtan silahlı devrimci eylemler, bu narodnik ideolojinin pratikleridir. Temellerinde sol oportünist ideoloji yatmaktadır.

� THKP'nin halkın devrimci öncüleri savaşı, bir avuç adamın oligarşi ile olan düellosudur.

� Politikleşmiş askeri savaş stratejisi fokocu bir stratejidir. Silahlı propaganda yanlıştır, örgütleyici değildir, asla temel alınamaz.

� İçinde bulunduğumuz dönemde, devrimci görev, merkezi yayın organı etrafında örgütlenip, işçilerin ekonomik ve demokratik mücadelelerini yönlendirmektir.

İşte Partimizdeki sağ çizginin öz olarak ileri sürdüğü eleştiriler bunlardır. Bu eleştiriler Kıvılcımlı ve Şafak pasifist gruplarının, partimize yönelttiği eleştirilerin tamamen aynısıdır. (Bu pasifist görüşlerin eleştirileri partimizin görüşlerini açıklayan bu yazıdır.)

Partimizin ideolojik-pratik ilkelerine aykırı bir rota izleyen bu grupçuk Parti Genel Komitesi üyelerinin oy çoğunluğu ile partiden ihraç edilmişlerdir. İtirazları ayrıca teker teker eleştirmeyi, gereksiz çaba olarak görüyoruz.

Parti Genel Komitesinin kararı, partimizin çizgisinin, Marksizm-Leninizmin dünyanın ve ülkemizin somut şartlarına uygulanmasının oluşturduğu proleter devrimci çizgidir. Ve eylemleri de, bu leninist ideolojik ve politik tespitin pratiğe yansımasıdır.

Oligarşinin terörü, şiddeti ne kadar artarsa artsın, partimiz gerilla savaşına devam edecektir. Partimizin yolu, ihtilalin yoludur. İhtilalin yolu Partimizin yoludur.



Savaş, Mayıs darbesinden sonra kaldığı yerden devam edecektir.



Örgütü, örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, programlar veya yaldızlı laflar değil, devrimci eylemlerdir.



Yaşasın halkımızın silahlı kurtuluş savaşı!



Yaşasın THKP-C!



Kurtuluşa Kadar Savaş!

Misafir
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz