Giriş yap
En son konular
Arama
Kimler hatta?
Toplam 1 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 1 Misafir Yok
Sitede bugüne kadar en çok 111 kişi C.tesi Tem. 29, 2017 7:00 am tarihinde online oldu.
Savaşan Kelimeler
1 sayfadaki 1 sayfası
Savaşan Kelimeler
Karanlık cinayetler
Televizyonda konuşan gazeteci, faşist katillerin katlettiği Uğur Mumcu'dan, Muammer Aksoy'dan, Abdi İpekçi'den söz ediyor. Uzun uzun anlatıyor. Ve ardından, bunlar "karanlık cinayetlerdir" diyor.
Karanlık cinayetler... Karşımıza sıkça çıkarılan bir kavramdır bu da. En son Abdi İpekçi'nin katledilmesi ile ilgili tartışmalarda da çok kullanıldı. Yani anlatılanlara bakılacak olursa, ortada böyle "onlarca karanlık cinayet" var...
Gerçekte öyle mi?..
Bizce hayır. Ortada "karanlık cinayet" yoktur. Karanlıkta olan bir şey yoktur. Herşey açıktır. Katledenkontrgerilladır. Kontrgerilla cinayet ve katliamlarında bazen sivil faşistleri, bazen islamcıları, bazen itirafçıları, bazen korucuları, bazen resmi elemanlarını kullanmıştır. Ama her halükarda fail karanlık değildir.
Örneğin; 1 Mayıs 1977'de 1 Mayıs için toplanmış binlerce emekçiye karşı gerçekleştirilen katliam "karanlık bir saldırı" değildir. Kontrgerillanın örgütlediği bu katliam ile oligarşi, devrimcileşen emekçileri sindirmeyi, kitleselleşen devrimci mücadeleyi ezmeyi hedeflemiştir.
Halka, devrimcilere, aydınlara yönelik tüm bu cinayet ve katliamlarda, tetiği çeken, bombayı koyan bazen "karanlıkta" gibi gözükse de kurumsal olarak onu yönlendiren yer bellidir. Bu katliam ve cinayetlerdeki amaç, faili de göstermektedir asıl olarak. Kanlı Türkiye tarihinde, halka, devrimcilere, yurtseverlere, aydınlara karşı gerçekleştirilen infaz, katliam, kaybetme politikaları, emperyalizmin ve oligarşinin çıkarlarına hizmet etmektedir. İşte bu gerçek, "karanlık" denilen katliam ve cinayetleri de aydınlatmaktadır.
Bu tür cinayet ve katliamların hepsinde, emperyalizme, oligarşiye, onların CIA'den MİT'e, JİTEM'den polise uzanan resmi kurumlarına ve MHP'den Hizbullah'a kadar kullandıkları güçlere bakacaksınız. İşte o zaman emredeninden, azmettireninden tetiği çekene kadar karanlıkta hiçbir şey kalmaz.
Bu gerçekler bilinmesine karşın, halen "karanlık cinayetler"den söz etmek, katlettirenlerin ve katledenlerin, gerçek kimliklerini gizlemektir. Katledenlerin kimliklerini gizleyerek, bunları belirsizleştirmek, katliamları tartışmaya açık hale getirmektir.
Örneğin Abdi İpekçi'yi katledenlerin gerçek kimliği herkes tarafından bilinmesine karşın halen "karanlık cinayetler"den söz etmek, faşist katilleri aklamaktır.
Böyle bir kavram tam da burjuvazinin istediği gibi herşeyi belirsizleştiren, bir kavramdır. Bu kavram kullanılmaya devam edildiğinde, ülkemiz tarihinden geriye, "karanlık eller", kimin, niye yaptığı "bilinmeyen", "belli olmayan" "karanlık cinayetler" ve "sağda, solda çatışanlar" edebiyatı kalır.
Gerçekler yoktur bu kavramda... O nedenle "karanlık cinayetler" kavramı kullanılmamalıdır. Kontrgerillanın ve onun kullandığı sivil faşistlerin katliamları vardır. Böyle ifade edilmeli, böyle konuşulmalıdır. Aksi durumda gerçekler karartılmış olacaktır.
Televizyonda konuşan gazeteci, faşist katillerin katlettiği Uğur Mumcu'dan, Muammer Aksoy'dan, Abdi İpekçi'den söz ediyor. Uzun uzun anlatıyor. Ve ardından, bunlar "karanlık cinayetlerdir" diyor.
Karanlık cinayetler... Karşımıza sıkça çıkarılan bir kavramdır bu da. En son Abdi İpekçi'nin katledilmesi ile ilgili tartışmalarda da çok kullanıldı. Yani anlatılanlara bakılacak olursa, ortada böyle "onlarca karanlık cinayet" var...
Gerçekte öyle mi?..
Bizce hayır. Ortada "karanlık cinayet" yoktur. Karanlıkta olan bir şey yoktur. Herşey açıktır. Katledenkontrgerilladır. Kontrgerilla cinayet ve katliamlarında bazen sivil faşistleri, bazen islamcıları, bazen itirafçıları, bazen korucuları, bazen resmi elemanlarını kullanmıştır. Ama her halükarda fail karanlık değildir.
Örneğin; 1 Mayıs 1977'de 1 Mayıs için toplanmış binlerce emekçiye karşı gerçekleştirilen katliam "karanlık bir saldırı" değildir. Kontrgerillanın örgütlediği bu katliam ile oligarşi, devrimcileşen emekçileri sindirmeyi, kitleselleşen devrimci mücadeleyi ezmeyi hedeflemiştir.
Halka, devrimcilere, aydınlara yönelik tüm bu cinayet ve katliamlarda, tetiği çeken, bombayı koyan bazen "karanlıkta" gibi gözükse de kurumsal olarak onu yönlendiren yer bellidir. Bu katliam ve cinayetlerdeki amaç, faili de göstermektedir asıl olarak. Kanlı Türkiye tarihinde, halka, devrimcilere, yurtseverlere, aydınlara karşı gerçekleştirilen infaz, katliam, kaybetme politikaları, emperyalizmin ve oligarşinin çıkarlarına hizmet etmektedir. İşte bu gerçek, "karanlık" denilen katliam ve cinayetleri de aydınlatmaktadır.
Bu tür cinayet ve katliamların hepsinde, emperyalizme, oligarşiye, onların CIA'den MİT'e, JİTEM'den polise uzanan resmi kurumlarına ve MHP'den Hizbullah'a kadar kullandıkları güçlere bakacaksınız. İşte o zaman emredeninden, azmettireninden tetiği çekene kadar karanlıkta hiçbir şey kalmaz.
Bu gerçekler bilinmesine karşın, halen "karanlık cinayetler"den söz etmek, katlettirenlerin ve katledenlerin, gerçek kimliklerini gizlemektir. Katledenlerin kimliklerini gizleyerek, bunları belirsizleştirmek, katliamları tartışmaya açık hale getirmektir.
Örneğin Abdi İpekçi'yi katledenlerin gerçek kimliği herkes tarafından bilinmesine karşın halen "karanlık cinayetler"den söz etmek, faşist katilleri aklamaktır.
Böyle bir kavram tam da burjuvazinin istediği gibi herşeyi belirsizleştiren, bir kavramdır. Bu kavram kullanılmaya devam edildiğinde, ülkemiz tarihinden geriye, "karanlık eller", kimin, niye yaptığı "bilinmeyen", "belli olmayan" "karanlık cinayetler" ve "sağda, solda çatışanlar" edebiyatı kalır.
Gerçekler yoktur bu kavramda... O nedenle "karanlık cinayetler" kavramı kullanılmamalıdır. Kontrgerillanın ve onun kullandığı sivil faşistlerin katliamları vardır. Böyle ifade edilmeli, böyle konuşulmalıdır. Aksi durumda gerçekler karartılmış olacaktır.
Misafir- Misafir
Geri: Savaşan Kelimeler
Ölmeyecek, Öldürmeyeceğiz!
Savaşlarda halkların kanı akar esas olarak. Bu yüzden de akan kanın durması da hep halkların talebi olarak ortaya çıkar. Ama "barış" talebi, yine de tek bir anlam taşımaz; onu farklı tarihsel dönemlerde, devrimciler farklı, reformistler, küçük burjuva kesimler ve bizzat burjuvazi farklı anlamlarda savunur.
Binyıllardır ezilenler ezenler arasında süren sınıflar mücadelesi, kanlı bir mücadeledir. Ölünen ve öldürülen bir mücadeledir. Ve bu tek tek insanların tercihlerinin ötesindeki bir nesnelliktir. Bu bilimsel, tarihsel gerçeğin karşısına "Ölmeyecek, Öldürmeyeceğiz!" diye çıkmak, biz sınıf mücadelesinde yer almayacağız demekle özdeştir.
Devrimciler, vatanseverler, halkların gözyaşlarının dinmesini herkesten fazla isterler. Halkların gencecik evlatlarını kaybetmesine son verilmesini herkesten fazla isterler. Mesele, sadece bunu istemek değil, bunun nasıl mümkün olacağını göstermektir. Devrimcilerle, küçük burjuvaları ayırdeden yaklaşım farkı da burada ortaya çıkar. Burjuva, küçük burjuva aydınlar der ki, "hemen şimdi silahlar sussun"... "Sussun" dedikleri silahlar, halkın silahlarıdır, devletin silahları değildir.
Bu halde geriye şu kalıyor:
Halk savaşmayınca, ölünmez, öldürülmez.
Doğrudur, mücadele edilmezse, en azından mücadele arenasında kimse ölmez. Dağlarda, meydanlarda, caddelerde, hapishanelerde insanlar kurşunlanmayabilir... Ama acılar son bulur mu? Ölümler son bulur mu?... Mücadele edilmeyen bir toplumda, sömürücü egemen sınıflar, halkları daha fazla inim inim inletmez mi? Daha fazla acılar yaşatmaz mı? Ulusal, sınıfsal, siyasal, daha fazla baskılar uygulamaz mı? Daha fazla köleleştirmek için bastırmaz mı?... Mücadele etmemek, asla acıları, gözyaşlarına, ölümlere engel olamaz. Halkların tarihi bunu defalarca göstermemiş midir?
Öyleyse, mücadele hedeflerine ulaşmamışken, savaşa son verilsin demek, emperyalizmle halklar arasındaki mücadeye dursun demektir. Halklar, bu mücadeleye son versin, emperyalizmin düzenini kabul etsin demektir.
Ve zaten "ölmeye öldürmeye karşıyız" söylemi, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinden, oligarşiye karşı halkın iktidarı mücadelesinden vazgeçenlerin söylemidir.
Dolayısıyla, bilmeliyiz ki, "ölmeye, öldürmeye karşı olmak", basit bir hümanizm meselesi değil, sınıflar mücadelesine yaklaşım meselesidir.
Bir burjuva aydının, bir küçük burjuva aydının böyle söylemesi anlaşılabilirdir; ama devrimci, sosyalist, Marksist-Leninist olma iddiasındaki kişiler veya siyasi hareketler böyle diyorsa, orada çok büyük bir ideolojik savrulma vardır; sloganlarıyla, beyinleriyle, küçük burjuvaziye tabi olmuşlardır.
Özetlersek: Ölmeyecek, Öldürmeyeceğiz!.. diyen anlayış, yüzyıllardır süren sınıf mücadelesini reddetmektedir. Ölmek de öldürmek de, emekçilerin tercih ettiği bir durum değildir. Ama nesnel bir durumdur. Burjuvazinin kendi iktidarını korumak için yüzyıllardır halkı ve devrimcileri katlediyor. Ölmeyi göze almayan bir devrimcilik olamaz. Ölmeyi göze almadan, halkın devrimci iktidarına ve sosyalizme ulaşılamaz. Ölmeyi göze almadan, zulme direnilemez. Ölmeyi göze alamamak, şu veya bu biçimde sisteme boyun eğmektir. Ölmeyi ve öldürmeyi reddeden bir anlayış, devrimci olamaz, devrimci kalamaz, düzene döner.
Savaşlarda halkların kanı akar esas olarak. Bu yüzden de akan kanın durması da hep halkların talebi olarak ortaya çıkar. Ama "barış" talebi, yine de tek bir anlam taşımaz; onu farklı tarihsel dönemlerde, devrimciler farklı, reformistler, küçük burjuva kesimler ve bizzat burjuvazi farklı anlamlarda savunur.
Binyıllardır ezilenler ezenler arasında süren sınıflar mücadelesi, kanlı bir mücadeledir. Ölünen ve öldürülen bir mücadeledir. Ve bu tek tek insanların tercihlerinin ötesindeki bir nesnelliktir. Bu bilimsel, tarihsel gerçeğin karşısına "Ölmeyecek, Öldürmeyeceğiz!" diye çıkmak, biz sınıf mücadelesinde yer almayacağız demekle özdeştir.
Devrimciler, vatanseverler, halkların gözyaşlarının dinmesini herkesten fazla isterler. Halkların gencecik evlatlarını kaybetmesine son verilmesini herkesten fazla isterler. Mesele, sadece bunu istemek değil, bunun nasıl mümkün olacağını göstermektir. Devrimcilerle, küçük burjuvaları ayırdeden yaklaşım farkı da burada ortaya çıkar. Burjuva, küçük burjuva aydınlar der ki, "hemen şimdi silahlar sussun"... "Sussun" dedikleri silahlar, halkın silahlarıdır, devletin silahları değildir.
Bu halde geriye şu kalıyor:
Halk savaşmayınca, ölünmez, öldürülmez.
Doğrudur, mücadele edilmezse, en azından mücadele arenasında kimse ölmez. Dağlarda, meydanlarda, caddelerde, hapishanelerde insanlar kurşunlanmayabilir... Ama acılar son bulur mu? Ölümler son bulur mu?... Mücadele edilmeyen bir toplumda, sömürücü egemen sınıflar, halkları daha fazla inim inim inletmez mi? Daha fazla acılar yaşatmaz mı? Ulusal, sınıfsal, siyasal, daha fazla baskılar uygulamaz mı? Daha fazla köleleştirmek için bastırmaz mı?... Mücadele etmemek, asla acıları, gözyaşlarına, ölümlere engel olamaz. Halkların tarihi bunu defalarca göstermemiş midir?
Öyleyse, mücadele hedeflerine ulaşmamışken, savaşa son verilsin demek, emperyalizmle halklar arasındaki mücadeye dursun demektir. Halklar, bu mücadeleye son versin, emperyalizmin düzenini kabul etsin demektir.
Ve zaten "ölmeye öldürmeye karşıyız" söylemi, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinden, oligarşiye karşı halkın iktidarı mücadelesinden vazgeçenlerin söylemidir.
Dolayısıyla, bilmeliyiz ki, "ölmeye, öldürmeye karşı olmak", basit bir hümanizm meselesi değil, sınıflar mücadelesine yaklaşım meselesidir.
Bir burjuva aydının, bir küçük burjuva aydının böyle söylemesi anlaşılabilirdir; ama devrimci, sosyalist, Marksist-Leninist olma iddiasındaki kişiler veya siyasi hareketler böyle diyorsa, orada çok büyük bir ideolojik savrulma vardır; sloganlarıyla, beyinleriyle, küçük burjuvaziye tabi olmuşlardır.
Özetlersek: Ölmeyecek, Öldürmeyeceğiz!.. diyen anlayış, yüzyıllardır süren sınıf mücadelesini reddetmektedir. Ölmek de öldürmek de, emekçilerin tercih ettiği bir durum değildir. Ama nesnel bir durumdur. Burjuvazinin kendi iktidarını korumak için yüzyıllardır halkı ve devrimcileri katlediyor. Ölmeyi göze almayan bir devrimcilik olamaz. Ölmeyi göze almadan, halkın devrimci iktidarına ve sosyalizme ulaşılamaz. Ölmeyi göze almadan, zulme direnilemez. Ölmeyi göze alamamak, şu veya bu biçimde sisteme boyun eğmektir. Ölmeyi ve öldürmeyi reddeden bir anlayış, devrimci olamaz, devrimci kalamaz, düzene döner.
Misafir- Misafir
zamana uymak
Zamana uymak, ilk bakışta insana çekici gelebilir. Öyle ya 21. yüzyılda insanoğlunun elinin altında neler yok ki? Teknoloji derseniz, adeta "baş döndürücü" gelişmeler yaşanıyor.
Hızına yetişemiyoruz teknolojinin!.. Şimdi "3G"ler çıktı. Sırada diğer G'ler var. Her yere ulaşılabilecek olan internet, elimizin altında...
"İdeolojilerin öldüğü"nün propagandasının yapıldığı, sınıf savaşının "rafa kalktığı" yalanlarının söylendiği, ezen-ezilen değil, işveren-çalışan kavramlarının ortalığı doldurduğu bir ZAMAN sunuluyor bize.
Adalet için, eşitlik ve özgürlük için, ezilen milyonlar için mücadele etmenin "terörist"lik olduğunun beyinlere doldurulduğu, mücadeleye ilişkin herşeyin aşağılandığı bir ZAMAN sunuluyor.
ZAMANA UYMAMIZ isteniyor!..
Emperyalizmle uzlaşmamız ve böyle bir dünyada "silahları toprağa gömmemiz" dayatılıyor.. Yani "sınıf savaşının modası geçmiştir" dememiz ve bu ucube düşünceleri savunmamız isteniyor. Savaşmak yerine, düzenin çürüyen kurumlarının vitrininde bir PALYAÇO olmamız bekleniyor!..
DİRENME kavramını unutmamız, beynimizden silmemiz öneriliyor. Kendileri oluk oluk kan akıtırken, bize "şiddetten uzak durmamız" tavsiye ediliyor.
Vaatleri, yalanları, ayak oyunları, pembe tabloları ile yüzlerindeki sahte maskeleri ile bize, "bakın, biz değiştik" diyerek, ZAMANA UYMAMIZ isteniyor.
Zamana uymak, kurulu düzene teslim olmaktır. Zamana uymak, egemen olan düşünceye tabi olup, ona göre yaşamaktır. Zamana uymak, düşüncelerini terketmektir. Gıdasını burjuvaziden almaktır.
Zamana uymak, kendi düşüncelerine güvenmemektir. Kendi yaşam tarzını meşru görmemek, idealleri için savaşmamaktır.
Zamana uymak, emperyalizme uymaktır.
Zamana uymak, düzeni, düzenin yoz yaşamını masumlaştırmaktır. Ortada uyulacak bir zaman yoktur.
Bizden uymamızı istedikleri zamana bakın.
Dünyada milyonlarca aç ve yoksulun açlıktan ve temiz su bulamamaktan kaynaklı ölümleri, hastalıkları yaşadıkları bir zamandır. Dünya'yı bir avuç asalak talan ederken, milyonlarca insan hastalıklarla, ölümle kuşatılmış durumdadır... Emperyalistler ülkeleri gizli ve açık, işgal etmiş durumdadır.
Zamana uymak bunları görmemek, bunları doğal kabul etmek, bunların değişmesi için mücadele etmemektir.
Bizden UYMAMIZI İSTEDİKLERİ ZAMAN budur işte!..
O nedenle zamana uymayacağız. Zamana uymamak bir direniş biçimidir de. Direnmeye devam edeceğiz
Hızına yetişemiyoruz teknolojinin!.. Şimdi "3G"ler çıktı. Sırada diğer G'ler var. Her yere ulaşılabilecek olan internet, elimizin altında...
"İdeolojilerin öldüğü"nün propagandasının yapıldığı, sınıf savaşının "rafa kalktığı" yalanlarının söylendiği, ezen-ezilen değil, işveren-çalışan kavramlarının ortalığı doldurduğu bir ZAMAN sunuluyor bize.
Adalet için, eşitlik ve özgürlük için, ezilen milyonlar için mücadele etmenin "terörist"lik olduğunun beyinlere doldurulduğu, mücadeleye ilişkin herşeyin aşağılandığı bir ZAMAN sunuluyor.
ZAMANA UYMAMIZ isteniyor!..
Emperyalizmle uzlaşmamız ve böyle bir dünyada "silahları toprağa gömmemiz" dayatılıyor.. Yani "sınıf savaşının modası geçmiştir" dememiz ve bu ucube düşünceleri savunmamız isteniyor. Savaşmak yerine, düzenin çürüyen kurumlarının vitrininde bir PALYAÇO olmamız bekleniyor!..
DİRENME kavramını unutmamız, beynimizden silmemiz öneriliyor. Kendileri oluk oluk kan akıtırken, bize "şiddetten uzak durmamız" tavsiye ediliyor.
Vaatleri, yalanları, ayak oyunları, pembe tabloları ile yüzlerindeki sahte maskeleri ile bize, "bakın, biz değiştik" diyerek, ZAMANA UYMAMIZ isteniyor.
Zamana uymak, kurulu düzene teslim olmaktır. Zamana uymak, egemen olan düşünceye tabi olup, ona göre yaşamaktır. Zamana uymak, düşüncelerini terketmektir. Gıdasını burjuvaziden almaktır.
Zamana uymak, kendi düşüncelerine güvenmemektir. Kendi yaşam tarzını meşru görmemek, idealleri için savaşmamaktır.
Zamana uymak, emperyalizme uymaktır.
Zamana uymak, düzeni, düzenin yoz yaşamını masumlaştırmaktır. Ortada uyulacak bir zaman yoktur.
Bizden uymamızı istedikleri zamana bakın.
Dünyada milyonlarca aç ve yoksulun açlıktan ve temiz su bulamamaktan kaynaklı ölümleri, hastalıkları yaşadıkları bir zamandır. Dünya'yı bir avuç asalak talan ederken, milyonlarca insan hastalıklarla, ölümle kuşatılmış durumdadır... Emperyalistler ülkeleri gizli ve açık, işgal etmiş durumdadır.
Zamana uymak bunları görmemek, bunları doğal kabul etmek, bunların değişmesi için mücadele etmemektir.
Bizden UYMAMIZI İSTEDİKLERİ ZAMAN budur işte!..
O nedenle zamana uymayacağız. Zamana uymamak bir direniş biçimidir de. Direnmeye devam edeceğiz
Misafir- Misafir
Kelimelerin Savaşı - Taş atan çocuklar
Onlara "taş atan çocuklar" adını koydular. Basında, televizyonlarda, hemen tüm açıklamalarda onlardan söz ederken, hep "taş atan çocuklar" diyorlar.
Doğu ve Güneydoğu'da katil sürülerine, üzerlerine sürülen panzerlere, zırhlı araçlara aldırmaksızın, o küçük bedenleri ile sokakları işkencecilere dar eden "çocuklar" onlar.
Niye "taş atan çocuklar"? Niye "Yurtsever çocuklar" değil mesela? Niye "direnen çocuklar" olmasın isimleri?
"Taş atan çocuklar" adlandırmasıyla, sanki ortada amaçsız, anlamsız bir taş atma varmış havası veriliyor; "hem onlar daha çocuk" edebiyatı yaparak, onlara acındırmaya çalışarak, asıl sorunu gizlemektedirler. Savundukları açıktır; "onlar çocuk ve ne yaptığını bilmiyor!"
Bir adım ötesi, burjuvazi gibi, "onlar çocuk, onları kandıranlar var, onları kullanıyorlar!" demektir. Nitekim burjuvazi, çocukların mücadeleye katılımını "onlar yaptıklarını oyun sanıyor" diye de çarpıtmaktadır. Hayır, çocuklar yaptıklarının oyun olmadığını biliyor.
Bu düşünceler, taş atmanın meşruluğunu ortadan kaldıran, olanları belirsizleştiren, direnmeyi, mücadele etmeyi meşru görmeyen anlayışlardır. "Taş atan çocuklar" diyenlerin gündeminde halkın direnme ve ayaklanma hakkı yoktur, taş atmanın meşruluğu yoktur... Onlar, yaşı küçük diye mücadele etmeyecekler mi? Çocuk yaştakilerin sokaklarda olmasının, direnişin içinde olmasının neresi kötüdür?
Bundan korkacaksa zalimler korkmalıdır. Aydınlar veya kendine sol, ilerici diyenler değil. Kürt halkına milli zulüm politikası uygulayan, halkları katleden, çocukları kurşuna dizmekten çekinmeyen bu düzenin sahipleri, kiralık katilleri korkmalıdır.
1980 öncesi mücadele içinde ortaokul öğrencileri de vardı. Devrimci olmak yerine, çetelere karışmaları daha mı iyidir o "çocukların"?
Filistin'de onlar, "intifadanın çocukları" ya da Arafat'ın deyimiyle "çocuk generaller"dir. O "çocuk generaller" tarih yazdılar Filistin'de. Arafat'a o ismi kullandırtan da mücadelenin meşruluğudur elbette.
Oligarşi, onları çocuk olarak görmüyor zaten. Onlar için özel yasalar çıkardılar. Katlettikleri çocuklar için; "ölecek yaştaydılar!" diyor oligarşi... Katletmeye, tutuklamaya, işkence yapmaya devam ediyor... Son 4 yılda TMK'da yapılan değişiklik sonucu 28 bin çocuk yargılanmaya başlandı. 2010 rakamlarına göre, hapishanelerde 2 bin 721 çocuk tutuklu bulunuyor.
Direnen çocuklar, yurtsever çocuklar üzerinden acındırarak "politika yapmak" çarpık bir anlayıştır. Hele onların yaşını sömürmek, taş atmalarının meşruluğunu tartışmak, düzeni teşhir etmemek, ilericilik, demokratlık değildir. UNUTMAYALIM Kİ; işgalciye ve Kürt halkına milli zulüm uygulayanlara taş atmak meşrudur. Bunu hiç kimsenin karartmaya hakkı yoktur...
Doğu ve Güneydoğu'da katil sürülerine, üzerlerine sürülen panzerlere, zırhlı araçlara aldırmaksızın, o küçük bedenleri ile sokakları işkencecilere dar eden "çocuklar" onlar.
Niye "taş atan çocuklar"? Niye "Yurtsever çocuklar" değil mesela? Niye "direnen çocuklar" olmasın isimleri?
"Taş atan çocuklar" adlandırmasıyla, sanki ortada amaçsız, anlamsız bir taş atma varmış havası veriliyor; "hem onlar daha çocuk" edebiyatı yaparak, onlara acındırmaya çalışarak, asıl sorunu gizlemektedirler. Savundukları açıktır; "onlar çocuk ve ne yaptığını bilmiyor!"
Bir adım ötesi, burjuvazi gibi, "onlar çocuk, onları kandıranlar var, onları kullanıyorlar!" demektir. Nitekim burjuvazi, çocukların mücadeleye katılımını "onlar yaptıklarını oyun sanıyor" diye de çarpıtmaktadır. Hayır, çocuklar yaptıklarının oyun olmadığını biliyor.
Bu düşünceler, taş atmanın meşruluğunu ortadan kaldıran, olanları belirsizleştiren, direnmeyi, mücadele etmeyi meşru görmeyen anlayışlardır. "Taş atan çocuklar" diyenlerin gündeminde halkın direnme ve ayaklanma hakkı yoktur, taş atmanın meşruluğu yoktur... Onlar, yaşı küçük diye mücadele etmeyecekler mi? Çocuk yaştakilerin sokaklarda olmasının, direnişin içinde olmasının neresi kötüdür?
Bundan korkacaksa zalimler korkmalıdır. Aydınlar veya kendine sol, ilerici diyenler değil. Kürt halkına milli zulüm politikası uygulayan, halkları katleden, çocukları kurşuna dizmekten çekinmeyen bu düzenin sahipleri, kiralık katilleri korkmalıdır.
1980 öncesi mücadele içinde ortaokul öğrencileri de vardı. Devrimci olmak yerine, çetelere karışmaları daha mı iyidir o "çocukların"?
Filistin'de onlar, "intifadanın çocukları" ya da Arafat'ın deyimiyle "çocuk generaller"dir. O "çocuk generaller" tarih yazdılar Filistin'de. Arafat'a o ismi kullandırtan da mücadelenin meşruluğudur elbette.
Oligarşi, onları çocuk olarak görmüyor zaten. Onlar için özel yasalar çıkardılar. Katlettikleri çocuklar için; "ölecek yaştaydılar!" diyor oligarşi... Katletmeye, tutuklamaya, işkence yapmaya devam ediyor... Son 4 yılda TMK'da yapılan değişiklik sonucu 28 bin çocuk yargılanmaya başlandı. 2010 rakamlarına göre, hapishanelerde 2 bin 721 çocuk tutuklu bulunuyor.
Direnen çocuklar, yurtsever çocuklar üzerinden acındırarak "politika yapmak" çarpık bir anlayıştır. Hele onların yaşını sömürmek, taş atmalarının meşruluğunu tartışmak, düzeni teşhir etmemek, ilericilik, demokratlık değildir. UNUTMAYALIM Kİ; işgalciye ve Kürt halkına milli zulüm uygulayanlara taş atmak meşrudur. Bunu hiç kimsenin karartmaya hakkı yoktur...
Misafir- Misafir
Taş atan çocuklar
Onlara "taş atan çocuklar" adını koydular. Basında, televizyonlarda, hemen tüm açıklamalarda onlardan söz ederken, hep "taş atan çocuklar" diyorlar.
Doğu ve Güneydoğu'da katil sürülerine, üzerlerine sürülen panzerlere, zırhlı araçlara aldırmaksızın, o küçük bedenleri ile sokakları işkencecilere dar eden "çocuklar" onlar.
Niye "taş atan çocuklar"? Niye "Yurtsever çocuklar" değil mesela? Niye "direnen çocuklar" olmasın isimleri?
"Taş atan çocuklar" adlandırmasıyla, sanki ortada amaçsız, anlamsız bir taş atma varmış havası veriliyor; "hem onlar daha çocuk" edebiyatı yaparak, onlara acındırmaya çalışarak, asıl sorunu gizlemektedirler. Savundukları açıktır; "onlar çocuk ve ne yaptığını bilmiyor!"
Bir adım ötesi, burjuvazi gibi, "onlar çocuk, onları kandıranlar var, onları kullanıyorlar!" demektir. Nitekim burjuvazi, çocukların mücadeleye katılımını "onlar yaptıklarını oyun sanıyor" diye de çarpıtmaktadır. Hayır, çocuklar yaptıklarının oyun olmadığını biliyor.
Bu düşünceler, taş atmanın meşruluğunu ortadan kaldıran, olanları belirsizleştiren, direnmeyi, mücadele etmeyi meşru görmeyen anlayışlardır. "Taş atan çocuklar" diyenlerin gündeminde halkın direnme ve ayaklanma hakkı yoktur, taş atmanın meşruluğu yoktur... Onlar, yaşı küçük diye mücadele etmeyecekler mi? Çocuk yaştakilerin sokaklarda olmasının, direnişin içinde olmasının neresi kötüdür?
Bundan korkacaksa zalimler korkmalıdır. Aydınlar veya kendine sol, ilerici diyenler değil. Kürt halkına milli zulüm politikası uygulayan, halkları katleden, çocukları kurşuna dizmekten çekinmeyen bu düzenin sahipleri, kiralık katilleri korkmalıdır.
1980 öncesi mücadele içinde ortaokul öğrencileri de vardı. Devrimci olmak yerine, çetelere karışmaları daha mı iyidir o "çocukların"?
Filistin'de onlar, "intifadanın çocukları" ya da Arafat'ın deyimiyle "çocuk generaller"dir. O "çocuk generaller" tarih yazdılar Filistin'de. Arafat'a o ismi kullandırtan da mücadelenin meşruluğudur elbette.
Oligarşi, onları çocuk olarak görmüyor zaten. Onlar için özel yasalar çıkardılar. Katlettikleri çocuklar için; "ölecek yaştaydılar!" diyor oligarşi... Katletmeye, tutuklamaya, işkence yapmaya devam ediyor... Son 4 yılda TMK'da yapılan değişiklik sonucu 28 bin çocuk yargılanmaya başlandı. 2010 rakamlarına göre, hapishanelerde 2 bin 721 çocuk tutuklu bulunuyor.
Direnen çocuklar, yurtsever çocuklar üzerinden acındırarak "politika yapmak" çarpık bir anlayıştır. Hele onların yaşını sömürmek, taş atmalarının meşruluğunu tartışmak, düzeni teşhir etmemek, ilericilik, demokratlık değildir. UNUTMAYALIM Kİ; işgalciye ve Kürt halkına milli zulüm uygulayanlara taş atmak meşrudur. Bunu hiç kimsenin karartmaya hakkı yoktur...
Doğu ve Güneydoğu'da katil sürülerine, üzerlerine sürülen panzerlere, zırhlı araçlara aldırmaksızın, o küçük bedenleri ile sokakları işkencecilere dar eden "çocuklar" onlar.
Niye "taş atan çocuklar"? Niye "Yurtsever çocuklar" değil mesela? Niye "direnen çocuklar" olmasın isimleri?
"Taş atan çocuklar" adlandırmasıyla, sanki ortada amaçsız, anlamsız bir taş atma varmış havası veriliyor; "hem onlar daha çocuk" edebiyatı yaparak, onlara acındırmaya çalışarak, asıl sorunu gizlemektedirler. Savundukları açıktır; "onlar çocuk ve ne yaptığını bilmiyor!"
Bir adım ötesi, burjuvazi gibi, "onlar çocuk, onları kandıranlar var, onları kullanıyorlar!" demektir. Nitekim burjuvazi, çocukların mücadeleye katılımını "onlar yaptıklarını oyun sanıyor" diye de çarpıtmaktadır. Hayır, çocuklar yaptıklarının oyun olmadığını biliyor.
Bu düşünceler, taş atmanın meşruluğunu ortadan kaldıran, olanları belirsizleştiren, direnmeyi, mücadele etmeyi meşru görmeyen anlayışlardır. "Taş atan çocuklar" diyenlerin gündeminde halkın direnme ve ayaklanma hakkı yoktur, taş atmanın meşruluğu yoktur... Onlar, yaşı küçük diye mücadele etmeyecekler mi? Çocuk yaştakilerin sokaklarda olmasının, direnişin içinde olmasının neresi kötüdür?
Bundan korkacaksa zalimler korkmalıdır. Aydınlar veya kendine sol, ilerici diyenler değil. Kürt halkına milli zulüm politikası uygulayan, halkları katleden, çocukları kurşuna dizmekten çekinmeyen bu düzenin sahipleri, kiralık katilleri korkmalıdır.
1980 öncesi mücadele içinde ortaokul öğrencileri de vardı. Devrimci olmak yerine, çetelere karışmaları daha mı iyidir o "çocukların"?
Filistin'de onlar, "intifadanın çocukları" ya da Arafat'ın deyimiyle "çocuk generaller"dir. O "çocuk generaller" tarih yazdılar Filistin'de. Arafat'a o ismi kullandırtan da mücadelenin meşruluğudur elbette.
Oligarşi, onları çocuk olarak görmüyor zaten. Onlar için özel yasalar çıkardılar. Katlettikleri çocuklar için; "ölecek yaştaydılar!" diyor oligarşi... Katletmeye, tutuklamaya, işkence yapmaya devam ediyor... Son 4 yılda TMK'da yapılan değişiklik sonucu 28 bin çocuk yargılanmaya başlandı. 2010 rakamlarına göre, hapishanelerde 2 bin 721 çocuk tutuklu bulunuyor.
Direnen çocuklar, yurtsever çocuklar üzerinden acındırarak "politika yapmak" çarpık bir anlayıştır. Hele onların yaşını sömürmek, taş atmalarının meşruluğunu tartışmak, düzeni teşhir etmemek, ilericilik, demokratlık değildir. UNUTMAYALIM Kİ; işgalciye ve Kürt halkına milli zulüm uygulayanlara taş atmak meşrudur. Bunu hiç kimsenin karartmaya hakkı yoktur...
Misafir- Misafir
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Çarş. Ekim 20, 2010 10:05 pm tarafından AMEDEUS
» .........
Perş. Ekim 14, 2010 3:56 pm tarafından AMEDEUS
» manzara
Çarş. Ekim 13, 2010 9:26 pm tarafından Deniz
» manzara fotoğrafları
Çarş. Ekim 13, 2010 9:18 pm tarafından Deniz
» Paydos/ C.Sıtkı Tarancı
Salı Ekim 05, 2010 2:49 pm tarafından AMEDEUS
» logo..........
C.tesi Ekim 02, 2010 11:45 pm tarafından ezgi
» ..................
C.tesi Ekim 02, 2010 2:09 pm tarafından DicLe
» Çile
Salı Eyl. 21, 2010 2:01 pm tarafından AMEDEUS
» Görmemişin bebeği olmuş...
Salı Eyl. 21, 2010 12:27 pm tarafından DicLe
» facebooktan video indirme
Salı Eyl. 21, 2010 10:08 am tarafından ezgi
» Taş atan çocuk
Ptsi Eyl. 20, 2010 5:00 pm tarafından DicLe
» BARIŞ
Ptsi Eyl. 20, 2010 4:27 pm tarafından DicLe
» BEKLENTİSİZ....
Ptsi Eyl. 20, 2010 4:24 pm tarafından DicLe
» UZAKTAN ...
Ptsi Eyl. 20, 2010 4:22 pm tarafından DicLe
» CAN YÜCEL'DEN MAL BEYANI
Perş. Eyl. 16, 2010 1:36 pm tarafından yoll
» ARKADAŞLIK
Ptsi Eyl. 13, 2010 11:20 am tarafından ezgi
» ARKADAŞLIK
Ptsi Eyl. 13, 2010 11:15 am tarafından ezgi
» ŞİİR
Ptsi Eyl. 13, 2010 11:08 am tarafından ezgi
» Kamuflaj
C.tesi Eyl. 11, 2010 5:32 pm tarafından AMEDEUS
» UZAK
Çarş. Eyl. 08, 2010 5:05 pm tarafından ezgi
» Yeşillik
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:59 pm tarafından ezgi
» Salam Gibi
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:57 pm tarafından ezgi
» Benlik_Oruç Aruoba
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:56 pm tarafından ezgi
» BİR AYRILIŞ HİKAYESİ
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:54 pm tarafından ezgi
» Pembe Deniz
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:51 pm tarafından ezgi
» HAYAT
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:48 pm tarafından ezgi
» Benim Yazdığım Sen
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:47 pm tarafından ezgi
» Seviyorum Seni
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:46 pm tarafından ezgi
» BERFİN
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:44 pm tarafından ezgi
» Bahar Gelmiş
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:43 pm tarafından ezgi