Giriş yap
En son konular
Arama
Kimler hatta?
Toplam 2 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 2 Misafir Yok
Sitede bugüne kadar en çok 111 kişi C.tesi Tem. 29, 2017 7:00 am tarihinde online oldu.
Devrimin meşalesi KIZILDERE
1 sayfadaki 1 sayfası
Devrimin meşalesi KIZILDERE
"Amerikan Emperyalizminin Boyunduruğu Altındaki Türkiye
Türkiye, yeraltı kaynaklarından dış ticaretine, ekonomisinden politikasına, kültüründen sanatına kadar Amerikan emperyalizminin denetimi altında bir ülkedir.
Amerikan emperyalizminin sömürge ve yarı-sömürge bir ülke için anlamı ülke zenginliklerinin talan edilmesi, halkın açlığı, sefaleti ve ulusal onurun hayasızca Amerikan postalları altında çiğnenmesidir." (İhtilalin Yolu, THKP Merkez Komitesi)
Parti'nin kuruluşundan sonra "İhtilalinYolu" başlıklı bir açıklama yayınlandı. Tarihsel bir açıklamadır bu. Bu açıklama halk içinde elden ele dolaşır ve okunurken, Mahir Çayanlar Kızıldere'de "kuşatma altında"ydılar.
O an bulundukları evden bir duman yükseldi. Mahir Çayan ve yoldaşları, üzerlerinde bulunan, düşmanın eline geçmemesi gereken kimlik, teorik örgütsel notlar gibi, tüm belgeleri yakıyorlardı. Çatışma anında çıkacak bir karışıklıkta 3 İngiliz'in kaçmaması için elleri bağlandı. Ayrıca çatışma sırasında kurşunlara hedef olmamaları için de güvenli bir yere yerleştirildiler.
Savaşçılar, bulundukları yeri bir çatışmaya göre düzenlemişlerdi. Saldırının yoğunlaşacağı yerlere yığınaklar yaparak, barikatlar kurup, kapı, pencere önlerini sağlamlaştırmışlardı. Barikatları, evdeki yatak, yorgan gibi bulabildikleri tüm eşyalarla takviye ettiler.
Üst tarafta da çatıdaki kiremitlerin bir kısmını kaydırarak, ateş edebilecekleri mazgallar açtılar.
Kuşkusuz karşılarında her tür silaha sahip bir ordu vardı. Halk düşmanı bu orduya karşı direneceklerdi. Ordu, halk kurtuluş savaşçıları için günler önceden seferber olmuştu.
O günlerde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nun gündemi halk kurtuluş savaşçılarının devrimci eylemi olmuştu.
Bu eylem ile sarsılan ve büyük bir şaşkınlık yaşayan devlet, İçişleri Bakanı Ferit Kubat, Jandarma Komutanlığı'ndan Tuğgeneral Vehbi Parlar ve Ankara Merkez Komutanı Tümgeneral Tevfik Türing'i bölgeye göndermişti.
Kızıldere'ye gidemeyenler!.. Devrim safralarını atıyor
Kızıldere'de olması gerekenlerin "bir kısmı" eksikti. Kızıldere'ye gelemeyen, "geçici yol arkadaşları" da vardı. Devrim böylesi zor dönemlerde safralarını atarak ilerliyordu.
Mahir Çayanlar'ı arkadan hançerleyenler, en zor koşullarda tek başına bırakanlar, bataklıkta kulaç atmaktaydı o sıralar.
Olmaları gereken yer, her kapısını, her penceresini tahkim ettikleri, tarih yazılacak olan bu evdi. Yerleri, ellerinde silahları, bellerinde el bombaları ile bir kapı önünü tutmaktı. Devrimi savunmak, o kerpiç evde, o barikatların arkasında son mermisine kadar dövüşmekti.
Bu kararlılığı, cüreti gösteremeyen, ideallerine bağlı kalamayanlar, Kızıldere'ye gelememişlerdi doğal olarak. Hatta Mahir Çayanlar'ı, burjuvazinin ağzıyla suçlamış, "maceracı" ilan etmişlerdi.
"Örgütün kitle bağlarının zayıf olduğunu, THKP-C'nin aslında parti olabilecek niteliğe sahip olmadığını, bugüne kadar yaptıkları eylemlerin yanlış olduğunu, silahlı mücadele ile bir yere varılamayacağını, THKP-C'nin savunduklarının Marksizm-Leninizme uygun olmadığını tespit(!) etmişlerdi. " (Kızıldere Adalıların Türküsü, Boran Yayınevi, syf: 44)
Oysa bu keşifleri yapıp, bu eleştirileri getirenler, Mahir Çayanlar, tutsak düşmeden önce alınan cuntaya karşı mücadelenin yükseltilmesi, Parti-Cephe'nin adını eylemlerle duyurmak için yeni adımlar atılması, şehir gerillasından kır gerillasına uzanan bir çizgide savaşın büyütülmesi kararlarına ortaktılar. Parti-Cephe, önüne ciddi bir halk kurtuluş savaşı programı koymuştu.
Mahirler'in tutsak düşmesinden sonra "dışarıda kalan" Parti yöneticilerine düşen, bu kararları hayata geçirmekti. Ama Merkez Komite'deki iki kişi, bunun yerine ihaneti seçti.
Devrim diye bir iddiaları olmayanlar, artık yol ayrımındaydılar. O yol ayrımı sonucu Kızıldere'ye değil, bataklığa gittiler.
Parti içindeki sağ sapma, Mahir Çayan ve önder kadroların bir kısmının tutsak düştüğü koşullarda ortaya çıktı.
Onlar, tutsaklık koşullarında Parti'nin ilkelerini korkusuzca savunurken, "dışarıda", başını Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli'nin çektiği bir sağ sapma ortaya çıktı.
Cuntaya karşı savaşılması gereken o günkü koşullarda, Parti'nin devrimci çizgisini tasfiye ederek, yerine sağ pasifist bir çizgiyi egemen kıldılar.
Parti'nin cuntaya karşı sürdürdüğü mücadeleyi "tatil ederek" partiyi içten içe çürüttüler. Partinin devrimci düşünceleri yerine teoride çok keskin, "silahlı işçi timleri" kurmak gibi kulağa hoş gelen, içi boş düşüncelerle tasfiyeciliği meşrulaştarmaya çalıştılar.
Artık devrim, öncü savaşı, cuntaya karşı mücadele diye bir sorunları yoktu. Hızla, bu teslimiyetçi düşünceleri yaymaya, Parti-Cephe savaşçılarını, militanlarını, taraftarlarını aldatmaya soyundular.
Vurduğu yerden ses getiren Parti-Cephe, mücadele edemez hale getirildi. Devrim iddiasından, mücadeleden, devrimci değerlerden öylesine uzaktılar ki, tutsak yoldaşlarını bile aylarca aramadılar, sahiplenmediler. Hatta özgürlük eylemi örgütlenirken, bu nedenle "dışarıdan" yardım alamadı Mahir Çayanlar.
Kendi olanaklarıyla, özgürlük eylemini örgütleyip, "dışarı" çıktıklarında da Mahir Çayanlar'ın ilk işi sağ sapma ile hesaplaşmak oldu. Bu tartışmalar sürerken, Mahir Çayan kendilerini sahiplenmeyen Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga için, " bu yaptıkları bırakalım yoldaşlığı, feodal arkadaşlığa bile sığmaz" diyordu.
Devrimci düşüncelerden uzaklaşanlar, herşey bir yana devrimci değerleri de ayakları altında çiğneyerek, hızla düzene döndüler. "Kendi pis canlarını kurtarmak için Parti-Cephe'ye ve devrime ihanet etmişlerdi".
Son sözü, Mahir Çayanlar söyleyerek, tasfiyecileri partiden uzaklaştırdılar.
"Partimizin ismi Türkiye devrimine kanla kazandırılmıştır. Partimizin şerefli mirasını ve geçmişini reddederek onun adına sahip çıkmaya kalkışan (leş kargalarının) partimizin içinde yeri olamaz."
Kerpiç ev'den, elle teksir edilen kesintisizlerin dağıtılmasına
Kızıldere'deki kerpiç evde elleri tetikte olan savaşçılar, son çatışmaya hazırdı. O tarihi yazanlar, düşüncelerinin dalga dalga yayılacağını göremeyecek olsalar da bundan emindiler. Yaşamları pahasına sahip çıktıkları düşüncelerinin yaşayacağından emindiler.
Nitekim, uğrunda öldükleri düşünceleri, 30 Mart'ın ertesi gününden başlayarak dalga dalga yayılacak, onbinlerce insanı etkileyen, çatıştıran, harekete geçiren büyük bir silaha dönüşecekti.
Kerpiç evin tam karşısında megafonla "teslim olun, etrafınız sarıldı" diyenler, tarihe karşı boşa kürek çekiyorlardı. ASLA ONLARI TESLİM ALAMAYACAKLARDI.
KIZILDERE'deki o kerpiç ev, devrimin MANİFESTOSU olacaktı... Kızıldere sonrası, o manifesto doğrultusunda başlayacak olan yürüyüşün önderi, DHKP Genel Sekreteri Dursun Karataş o süreci daha sonra şöyle anlatacaktı:
"Bu grubun (Kurtuluş grubu) oluşumuyla, THKP'nin ideolojik görüşlerini yaymak için Kızıldere'den sonra ilk defa merkezi bir faaliyet içine girilerek Mahir Çayan'ın tüm yazıları toplatılıp teksir haline getirildi. Ve tüm ülkeye dağıtıldı. Ayrıca Kesintisiz I- II - III yazıları çok sayıda basılarak, genç devrimci kuşağın THKP-C düşüncelerini öğrenmesi sağlandı.
Bu faaliyet bugünden bakıldığında çok önemsiz görülse de o günkü koşullarda büyük rol oynamıştır. Bu yayınlar oportünizm ve tasfiyeciliğe karşı gençliğin elinde bir mücadele kılavuzu olma işlevi görmüş ve hemen her yerde THKP düşüncelerinin oluşmasını ve savunulmasını sağlamıştır. ... Bir tarihin yok edilmesi çabası karşısında, onun yok edilemeyeceğinin cevabı olmuştur." (Zafer Yolunda 1, syf: 88)
Kesintisizlerin dağıtıldığı, tartışıldığı yıl, Kızıldere direnişinden sadece 3 yıl sonradır. Yıl 1975'tir...
Kesintisizlerin dağıtılması aynı zamanda, oligarşinin katletme politikasına bir cevaptır. Oligarşi, Mahir Çayanlar'ı Kızıldere'de katlederek, onların düşüncelerini de "yok edeceğini" sandı. Kesintisizlerin gençlik ve halka ulaştırılması, oligarşinin bu politikasının da boşa çıktığı anlamına gelmekteydi.
THKP-C'yi savunan devrimciler, özellikle İstanbul gençliği içerisinde kısa sürede örgütlenerek, onbinlerce insanı harekete geçirecek, çatıştıracak, anti-faşist mücadele görevlerini üstlenebilecek bir güç haline geldiler. Ve giderek, devrimci düşüncelerini gençlik dışında diğer halk kesimlerine taşıdılar.
Kızıldere direnişi böylesine derinden etkilemiştir gençliği ve diğer halk kesimlerini. Kızıldere'nin devrimci mesajı böylesine güçlü ve köklüdür. Parti-Cephe'nin yürüttüğü silahlı mücadele halk kitlelerini sarsmış, ortaya büyük bir potansiyel çıkarmıştır. Bu potansiyel o kadar görkemli, o kadar göz kamaştırıcıydı ki, THKP-C "kökenli"lerin oluşturduğu gruplar bir yana, CHP'den, yıllardır yurtdışında mülteci olan TKP'ye kadar bir çok kesim, bu potansiyelin üzerine oturmaya kalktılar.
Yolumuz Çayanlar'ın yoludur!
Kuşatma iyice daraltılmıştı. Evin etrafındaki katil sürüleri direnişçilere karşı hakaretlerle karışık ideolojik olarak saldırıyor, karşılığını da alıyorlardı. Katiller ağır silahlarını hazır hale getirmiş, kullanmak için bekliyorlardı.
Her "teslim olun!" çağrısına savaşçılar, kararlılıklarını vurgulayan sloganlarla cevap verdiler. Halk düşmanlarının son çağrılarından birine devrimci hareketin önderi, tarihe geçecek cevabını verdi.
Kiralık katillerin suratına bir tokat gibi çarpan, "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik!" sözleri, savaşçıların kararlılığının, uzlaşmazlığının, davalarına bağlılığının özetiydi.
Ölmek, yaşamaktı.
Ölmek, devrimi savunmaktı.
Mahir bunu anlatıyordu.
Mahir ve yoldaşları ölme kararlarıyla, THKP-C düşüncelerini yaşatmanın kararını vermişlerdi. Öyle de oldu. Bir yandan oligarşinin katliam politikaları, bir yandan yılgınların, döneklerin savunduğu pespaye düşünceler, oportünizmin devrim kaçkını düşüncelerine rağmen, Parti-Cephe düşünceleri hızla yayıldı.
Artık açılan pankartlarda onların öğretileri vardı. "Kızıldere Son Değil Savaşı Sürdüreceğiz!" diyordu onların bayrağını taşıyan devrimciler.
Onların bayrağını taşıyan devrimciler, Kızıldere'nin son değil, bir başlangıç olduğunu mücadeleleri ile gösterdiler.
Ülkenin dört bir yanında Cephe sempatizanları bir araya gelerek, örgütlendi, mücadeleyi Anadolu topraklarına yaydılar.
Kuşkusuz onların öğrencilerinin yolu netti. Onların yolu Kızıldere'ydi. Onların yolundan gidecek, "Kurtuluşa Kadar Savaş"acaklardı.
Onlar, "Yolumuz Çayanlar'ın Yoludur!" diyerek, Mahir Çayan'ın önderliğinde kavgayı sürdürmeye aday oldular. Bu sloganla binlerce genç, kavgaya sempati duydu, Dev-Gençli oldu. Bu sloganla binlerce Dev-Gençli kavgada ustalaştı, mücadelenin yürütücüleri oldular.
Bu sloganla, faşist odaklar dağıtıldı, devrimci eylemler yapıldı. Bu sloganla düşmana korku salındı.
"Yolumuz Çayanlar'ın Yoludur!" diyen onbinlerce insan, aynı zamanda oligarşiye; "Önderimizi katlettiniz ama onların yolundan yürümeye devam ediyoruz!" diyordu.
Anadolu'nun dört bir yanında onların kavga sloganları vardı. Onların yolundayız diyordu işçisi, köylüsü, anti-emperyalist gençliği...
Aybastı'daki yoksul köylülerden, İzmir'deki Tariş işçilerine, Bursa'daki dokuma işçilerinden ülkenin dört bir yanındaki üniversiteli, liseli gençliğe, Konya'dan Kars'a, Tekirdağ'a mücadele edenlerin dilinde bu slogan vardır.
Kızıldere sonrası devrimcilerin kavga sloganları olmuştur bu slogan. THKP-C düşüncesinin inkar ve tasfiye edilmek istenmesine karşı tavır alışta da bu sloganın özel bir yeri oldu. Tasfiyeciliğe karşı tavrın alenileştiği 1978'in 1 Mayıs'ında, devrimciler, tasfiyeci Devrimci Yol hizbinin özgün sloganlarını ve onların imzasını içeren pankartın önde olmasını reddedip, kortejlerinin önüne sarı-kırmızı zemine yazılmış devasa büyüklükte "Yolumuz Çayanlar'ın Yoludur" pankartını koymuşlardı. Bu slogan, devrimci stratejinin özetiydi. Bu slogan Kızıldere'ye bağlılığın simgesiydi.
Devrimci Sol önderleri, Mahir'in Bütün Yazıları'nın basılıp çoğaltılmasından başlayarak, sonrasında ilk Kızıldere anmalarını gerçekleştirerek, onları hayatın her alanında yaşatarak, Kızıldere'nin mirascısı olduklarını gösterdiler. Devrimci hareket, 1980'de aldığı bir kararla, 30 Mart'ı, Kızıldere şehitleri nezdinde tüm devrim şehitlerini anma günü ilan etti.
"Türkiye Devriminin şehitlerini, 30 Mart 1972 KIZILDERE şehitlerinin şahsında anacağız." (Devrimci Sol dergisi, Mart 1980, sayı:1)
Kahpece ilk kurşun sıkılıyor
Evin çatısına konuşmak için çıktıklarında saldırı başladı. Kahpece evi tarayıp, bombalamaya başladılar... Çatıya çıkanlardan biri Mahir'di, ilk vurulanlardan biri o oldu. Devam etti yoldaşları manifestonun yazımına. Çatışma, bomba, kurşun ve sloganlarla daha bir süre devam etti... Devrimin önderleri ve savaşçıları, o kerpiç evde ölümsüzleştiklerinde, görevlerini yerine getirmiş, manifestonun yazımını tamamlamışlardı.
Kızıldere ardından devrim yürüyüşü kesintiye uğramadan 38 yıldır sürüyor. Kızıldere'den sonra Dayı önderliğinde sürdürüldü devrimci kavgamız.
Mahirden Dayıya sürüyor kavgamız...
Mahir ve yoldaşları ölme kararlarıyla, THKP-C düşüncelerini yaşatmanın kararını vermişlerdi. Öyle de oldu. Bir yandan oligarşinin katliam politikaları, bir yandan yılgınların, döneklerin savunduğu pespaye düşünceler, oportünizmin devrim kaçkını düşüncelerine rağmen, Parti-Cephe düşünceleri hızla yayıldı.
Türkiye, yeraltı kaynaklarından dış ticaretine, ekonomisinden politikasına, kültüründen sanatına kadar Amerikan emperyalizminin denetimi altında bir ülkedir.
Amerikan emperyalizminin sömürge ve yarı-sömürge bir ülke için anlamı ülke zenginliklerinin talan edilmesi, halkın açlığı, sefaleti ve ulusal onurun hayasızca Amerikan postalları altında çiğnenmesidir." (İhtilalin Yolu, THKP Merkez Komitesi)
Parti'nin kuruluşundan sonra "İhtilalinYolu" başlıklı bir açıklama yayınlandı. Tarihsel bir açıklamadır bu. Bu açıklama halk içinde elden ele dolaşır ve okunurken, Mahir Çayanlar Kızıldere'de "kuşatma altında"ydılar.
O an bulundukları evden bir duman yükseldi. Mahir Çayan ve yoldaşları, üzerlerinde bulunan, düşmanın eline geçmemesi gereken kimlik, teorik örgütsel notlar gibi, tüm belgeleri yakıyorlardı. Çatışma anında çıkacak bir karışıklıkta 3 İngiliz'in kaçmaması için elleri bağlandı. Ayrıca çatışma sırasında kurşunlara hedef olmamaları için de güvenli bir yere yerleştirildiler.
Savaşçılar, bulundukları yeri bir çatışmaya göre düzenlemişlerdi. Saldırının yoğunlaşacağı yerlere yığınaklar yaparak, barikatlar kurup, kapı, pencere önlerini sağlamlaştırmışlardı. Barikatları, evdeki yatak, yorgan gibi bulabildikleri tüm eşyalarla takviye ettiler.
Üst tarafta da çatıdaki kiremitlerin bir kısmını kaydırarak, ateş edebilecekleri mazgallar açtılar.
Kuşkusuz karşılarında her tür silaha sahip bir ordu vardı. Halk düşmanı bu orduya karşı direneceklerdi. Ordu, halk kurtuluş savaşçıları için günler önceden seferber olmuştu.
O günlerde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nun gündemi halk kurtuluş savaşçılarının devrimci eylemi olmuştu.
Bu eylem ile sarsılan ve büyük bir şaşkınlık yaşayan devlet, İçişleri Bakanı Ferit Kubat, Jandarma Komutanlığı'ndan Tuğgeneral Vehbi Parlar ve Ankara Merkez Komutanı Tümgeneral Tevfik Türing'i bölgeye göndermişti.
Kızıldere'ye gidemeyenler!.. Devrim safralarını atıyor
Kızıldere'de olması gerekenlerin "bir kısmı" eksikti. Kızıldere'ye gelemeyen, "geçici yol arkadaşları" da vardı. Devrim böylesi zor dönemlerde safralarını atarak ilerliyordu.
Mahir Çayanlar'ı arkadan hançerleyenler, en zor koşullarda tek başına bırakanlar, bataklıkta kulaç atmaktaydı o sıralar.
Olmaları gereken yer, her kapısını, her penceresini tahkim ettikleri, tarih yazılacak olan bu evdi. Yerleri, ellerinde silahları, bellerinde el bombaları ile bir kapı önünü tutmaktı. Devrimi savunmak, o kerpiç evde, o barikatların arkasında son mermisine kadar dövüşmekti.
Bu kararlılığı, cüreti gösteremeyen, ideallerine bağlı kalamayanlar, Kızıldere'ye gelememişlerdi doğal olarak. Hatta Mahir Çayanlar'ı, burjuvazinin ağzıyla suçlamış, "maceracı" ilan etmişlerdi.
"Örgütün kitle bağlarının zayıf olduğunu, THKP-C'nin aslında parti olabilecek niteliğe sahip olmadığını, bugüne kadar yaptıkları eylemlerin yanlış olduğunu, silahlı mücadele ile bir yere varılamayacağını, THKP-C'nin savunduklarının Marksizm-Leninizme uygun olmadığını tespit(!) etmişlerdi. " (Kızıldere Adalıların Türküsü, Boran Yayınevi, syf: 44)
Oysa bu keşifleri yapıp, bu eleştirileri getirenler, Mahir Çayanlar, tutsak düşmeden önce alınan cuntaya karşı mücadelenin yükseltilmesi, Parti-Cephe'nin adını eylemlerle duyurmak için yeni adımlar atılması, şehir gerillasından kır gerillasına uzanan bir çizgide savaşın büyütülmesi kararlarına ortaktılar. Parti-Cephe, önüne ciddi bir halk kurtuluş savaşı programı koymuştu.
Mahirler'in tutsak düşmesinden sonra "dışarıda kalan" Parti yöneticilerine düşen, bu kararları hayata geçirmekti. Ama Merkez Komite'deki iki kişi, bunun yerine ihaneti seçti.
Devrim diye bir iddiaları olmayanlar, artık yol ayrımındaydılar. O yol ayrımı sonucu Kızıldere'ye değil, bataklığa gittiler.
Parti içindeki sağ sapma, Mahir Çayan ve önder kadroların bir kısmının tutsak düştüğü koşullarda ortaya çıktı.
Onlar, tutsaklık koşullarında Parti'nin ilkelerini korkusuzca savunurken, "dışarıda", başını Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli'nin çektiği bir sağ sapma ortaya çıktı.
Cuntaya karşı savaşılması gereken o günkü koşullarda, Parti'nin devrimci çizgisini tasfiye ederek, yerine sağ pasifist bir çizgiyi egemen kıldılar.
Parti'nin cuntaya karşı sürdürdüğü mücadeleyi "tatil ederek" partiyi içten içe çürüttüler. Partinin devrimci düşünceleri yerine teoride çok keskin, "silahlı işçi timleri" kurmak gibi kulağa hoş gelen, içi boş düşüncelerle tasfiyeciliği meşrulaştarmaya çalıştılar.
Artık devrim, öncü savaşı, cuntaya karşı mücadele diye bir sorunları yoktu. Hızla, bu teslimiyetçi düşünceleri yaymaya, Parti-Cephe savaşçılarını, militanlarını, taraftarlarını aldatmaya soyundular.
Vurduğu yerden ses getiren Parti-Cephe, mücadele edemez hale getirildi. Devrim iddiasından, mücadeleden, devrimci değerlerden öylesine uzaktılar ki, tutsak yoldaşlarını bile aylarca aramadılar, sahiplenmediler. Hatta özgürlük eylemi örgütlenirken, bu nedenle "dışarıdan" yardım alamadı Mahir Çayanlar.
Kendi olanaklarıyla, özgürlük eylemini örgütleyip, "dışarı" çıktıklarında da Mahir Çayanlar'ın ilk işi sağ sapma ile hesaplaşmak oldu. Bu tartışmalar sürerken, Mahir Çayan kendilerini sahiplenmeyen Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga için, " bu yaptıkları bırakalım yoldaşlığı, feodal arkadaşlığa bile sığmaz" diyordu.
Devrimci düşüncelerden uzaklaşanlar, herşey bir yana devrimci değerleri de ayakları altında çiğneyerek, hızla düzene döndüler. "Kendi pis canlarını kurtarmak için Parti-Cephe'ye ve devrime ihanet etmişlerdi".
Son sözü, Mahir Çayanlar söyleyerek, tasfiyecileri partiden uzaklaştırdılar.
"Partimizin ismi Türkiye devrimine kanla kazandırılmıştır. Partimizin şerefli mirasını ve geçmişini reddederek onun adına sahip çıkmaya kalkışan (leş kargalarının) partimizin içinde yeri olamaz."
Kerpiç ev'den, elle teksir edilen kesintisizlerin dağıtılmasına
Kızıldere'deki kerpiç evde elleri tetikte olan savaşçılar, son çatışmaya hazırdı. O tarihi yazanlar, düşüncelerinin dalga dalga yayılacağını göremeyecek olsalar da bundan emindiler. Yaşamları pahasına sahip çıktıkları düşüncelerinin yaşayacağından emindiler.
Nitekim, uğrunda öldükleri düşünceleri, 30 Mart'ın ertesi gününden başlayarak dalga dalga yayılacak, onbinlerce insanı etkileyen, çatıştıran, harekete geçiren büyük bir silaha dönüşecekti.
Kerpiç evin tam karşısında megafonla "teslim olun, etrafınız sarıldı" diyenler, tarihe karşı boşa kürek çekiyorlardı. ASLA ONLARI TESLİM ALAMAYACAKLARDI.
KIZILDERE'deki o kerpiç ev, devrimin MANİFESTOSU olacaktı... Kızıldere sonrası, o manifesto doğrultusunda başlayacak olan yürüyüşün önderi, DHKP Genel Sekreteri Dursun Karataş o süreci daha sonra şöyle anlatacaktı:
"Bu grubun (Kurtuluş grubu) oluşumuyla, THKP'nin ideolojik görüşlerini yaymak için Kızıldere'den sonra ilk defa merkezi bir faaliyet içine girilerek Mahir Çayan'ın tüm yazıları toplatılıp teksir haline getirildi. Ve tüm ülkeye dağıtıldı. Ayrıca Kesintisiz I- II - III yazıları çok sayıda basılarak, genç devrimci kuşağın THKP-C düşüncelerini öğrenmesi sağlandı.
Bu faaliyet bugünden bakıldığında çok önemsiz görülse de o günkü koşullarda büyük rol oynamıştır. Bu yayınlar oportünizm ve tasfiyeciliğe karşı gençliğin elinde bir mücadele kılavuzu olma işlevi görmüş ve hemen her yerde THKP düşüncelerinin oluşmasını ve savunulmasını sağlamıştır. ... Bir tarihin yok edilmesi çabası karşısında, onun yok edilemeyeceğinin cevabı olmuştur." (Zafer Yolunda 1, syf: 88)
Kesintisizlerin dağıtıldığı, tartışıldığı yıl, Kızıldere direnişinden sadece 3 yıl sonradır. Yıl 1975'tir...
Kesintisizlerin dağıtılması aynı zamanda, oligarşinin katletme politikasına bir cevaptır. Oligarşi, Mahir Çayanlar'ı Kızıldere'de katlederek, onların düşüncelerini de "yok edeceğini" sandı. Kesintisizlerin gençlik ve halka ulaştırılması, oligarşinin bu politikasının da boşa çıktığı anlamına gelmekteydi.
THKP-C'yi savunan devrimciler, özellikle İstanbul gençliği içerisinde kısa sürede örgütlenerek, onbinlerce insanı harekete geçirecek, çatıştıracak, anti-faşist mücadele görevlerini üstlenebilecek bir güç haline geldiler. Ve giderek, devrimci düşüncelerini gençlik dışında diğer halk kesimlerine taşıdılar.
Kızıldere direnişi böylesine derinden etkilemiştir gençliği ve diğer halk kesimlerini. Kızıldere'nin devrimci mesajı böylesine güçlü ve köklüdür. Parti-Cephe'nin yürüttüğü silahlı mücadele halk kitlelerini sarsmış, ortaya büyük bir potansiyel çıkarmıştır. Bu potansiyel o kadar görkemli, o kadar göz kamaştırıcıydı ki, THKP-C "kökenli"lerin oluşturduğu gruplar bir yana, CHP'den, yıllardır yurtdışında mülteci olan TKP'ye kadar bir çok kesim, bu potansiyelin üzerine oturmaya kalktılar.
Yolumuz Çayanlar'ın yoludur!
Kuşatma iyice daraltılmıştı. Evin etrafındaki katil sürüleri direnişçilere karşı hakaretlerle karışık ideolojik olarak saldırıyor, karşılığını da alıyorlardı. Katiller ağır silahlarını hazır hale getirmiş, kullanmak için bekliyorlardı.
Her "teslim olun!" çağrısına savaşçılar, kararlılıklarını vurgulayan sloganlarla cevap verdiler. Halk düşmanlarının son çağrılarından birine devrimci hareketin önderi, tarihe geçecek cevabını verdi.
Kiralık katillerin suratına bir tokat gibi çarpan, "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik!" sözleri, savaşçıların kararlılığının, uzlaşmazlığının, davalarına bağlılığının özetiydi.
Ölmek, yaşamaktı.
Ölmek, devrimi savunmaktı.
Mahir bunu anlatıyordu.
Mahir ve yoldaşları ölme kararlarıyla, THKP-C düşüncelerini yaşatmanın kararını vermişlerdi. Öyle de oldu. Bir yandan oligarşinin katliam politikaları, bir yandan yılgınların, döneklerin savunduğu pespaye düşünceler, oportünizmin devrim kaçkını düşüncelerine rağmen, Parti-Cephe düşünceleri hızla yayıldı.
Artık açılan pankartlarda onların öğretileri vardı. "Kızıldere Son Değil Savaşı Sürdüreceğiz!" diyordu onların bayrağını taşıyan devrimciler.
Onların bayrağını taşıyan devrimciler, Kızıldere'nin son değil, bir başlangıç olduğunu mücadeleleri ile gösterdiler.
Ülkenin dört bir yanında Cephe sempatizanları bir araya gelerek, örgütlendi, mücadeleyi Anadolu topraklarına yaydılar.
Kuşkusuz onların öğrencilerinin yolu netti. Onların yolu Kızıldere'ydi. Onların yolundan gidecek, "Kurtuluşa Kadar Savaş"acaklardı.
Onlar, "Yolumuz Çayanlar'ın Yoludur!" diyerek, Mahir Çayan'ın önderliğinde kavgayı sürdürmeye aday oldular. Bu sloganla binlerce genç, kavgaya sempati duydu, Dev-Gençli oldu. Bu sloganla binlerce Dev-Gençli kavgada ustalaştı, mücadelenin yürütücüleri oldular.
Bu sloganla, faşist odaklar dağıtıldı, devrimci eylemler yapıldı. Bu sloganla düşmana korku salındı.
"Yolumuz Çayanlar'ın Yoludur!" diyen onbinlerce insan, aynı zamanda oligarşiye; "Önderimizi katlettiniz ama onların yolundan yürümeye devam ediyoruz!" diyordu.
Anadolu'nun dört bir yanında onların kavga sloganları vardı. Onların yolundayız diyordu işçisi, köylüsü, anti-emperyalist gençliği...
Aybastı'daki yoksul köylülerden, İzmir'deki Tariş işçilerine, Bursa'daki dokuma işçilerinden ülkenin dört bir yanındaki üniversiteli, liseli gençliğe, Konya'dan Kars'a, Tekirdağ'a mücadele edenlerin dilinde bu slogan vardır.
Kızıldere sonrası devrimcilerin kavga sloganları olmuştur bu slogan. THKP-C düşüncesinin inkar ve tasfiye edilmek istenmesine karşı tavır alışta da bu sloganın özel bir yeri oldu. Tasfiyeciliğe karşı tavrın alenileştiği 1978'in 1 Mayıs'ında, devrimciler, tasfiyeci Devrimci Yol hizbinin özgün sloganlarını ve onların imzasını içeren pankartın önde olmasını reddedip, kortejlerinin önüne sarı-kırmızı zemine yazılmış devasa büyüklükte "Yolumuz Çayanlar'ın Yoludur" pankartını koymuşlardı. Bu slogan, devrimci stratejinin özetiydi. Bu slogan Kızıldere'ye bağlılığın simgesiydi.
Devrimci Sol önderleri, Mahir'in Bütün Yazıları'nın basılıp çoğaltılmasından başlayarak, sonrasında ilk Kızıldere anmalarını gerçekleştirerek, onları hayatın her alanında yaşatarak, Kızıldere'nin mirascısı olduklarını gösterdiler. Devrimci hareket, 1980'de aldığı bir kararla, 30 Mart'ı, Kızıldere şehitleri nezdinde tüm devrim şehitlerini anma günü ilan etti.
"Türkiye Devriminin şehitlerini, 30 Mart 1972 KIZILDERE şehitlerinin şahsında anacağız." (Devrimci Sol dergisi, Mart 1980, sayı:1)
Kahpece ilk kurşun sıkılıyor
Evin çatısına konuşmak için çıktıklarında saldırı başladı. Kahpece evi tarayıp, bombalamaya başladılar... Çatıya çıkanlardan biri Mahir'di, ilk vurulanlardan biri o oldu. Devam etti yoldaşları manifestonun yazımına. Çatışma, bomba, kurşun ve sloganlarla daha bir süre devam etti... Devrimin önderleri ve savaşçıları, o kerpiç evde ölümsüzleştiklerinde, görevlerini yerine getirmiş, manifestonun yazımını tamamlamışlardı.
Kızıldere ardından devrim yürüyüşü kesintiye uğramadan 38 yıldır sürüyor. Kızıldere'den sonra Dayı önderliğinde sürdürüldü devrimci kavgamız.
Mahirden Dayıya sürüyor kavgamız...
Mahir ve yoldaşları ölme kararlarıyla, THKP-C düşüncelerini yaşatmanın kararını vermişlerdi. Öyle de oldu. Bir yandan oligarşinin katliam politikaları, bir yandan yılgınların, döneklerin savunduğu pespaye düşünceler, oportünizmin devrim kaçkını düşüncelerine rağmen, Parti-Cephe düşünceleri hızla yayıldı.
Misafir- Misafir
Similar topics
» Devrimci, Devrimin Görevlerini Düşünmeyi Yaşamının Tümüne Yayan Kişidir
» 30 MART 1972 KIZILDERE
» Cepheliler Kızıldere'deydi
» Kızıldere sana biz de geliriz
» 30 MART 1972 KIZILDERE
» Cepheliler Kızıldere'deydi
» Kızıldere sana biz de geliriz
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Çarş. Ekim 20, 2010 10:05 pm tarafından AMEDEUS
» .........
Perş. Ekim 14, 2010 3:56 pm tarafından AMEDEUS
» manzara
Çarş. Ekim 13, 2010 9:26 pm tarafından Deniz
» manzara fotoğrafları
Çarş. Ekim 13, 2010 9:18 pm tarafından Deniz
» Paydos/ C.Sıtkı Tarancı
Salı Ekim 05, 2010 2:49 pm tarafından AMEDEUS
» logo..........
C.tesi Ekim 02, 2010 11:45 pm tarafından ezgi
» ..................
C.tesi Ekim 02, 2010 2:09 pm tarafından DicLe
» Çile
Salı Eyl. 21, 2010 2:01 pm tarafından AMEDEUS
» Görmemişin bebeği olmuş...
Salı Eyl. 21, 2010 12:27 pm tarafından DicLe
» facebooktan video indirme
Salı Eyl. 21, 2010 10:08 am tarafından ezgi
» Taş atan çocuk
Ptsi Eyl. 20, 2010 5:00 pm tarafından DicLe
» BARIŞ
Ptsi Eyl. 20, 2010 4:27 pm tarafından DicLe
» BEKLENTİSİZ....
Ptsi Eyl. 20, 2010 4:24 pm tarafından DicLe
» UZAKTAN ...
Ptsi Eyl. 20, 2010 4:22 pm tarafından DicLe
» CAN YÜCEL'DEN MAL BEYANI
Perş. Eyl. 16, 2010 1:36 pm tarafından yoll
» ARKADAŞLIK
Ptsi Eyl. 13, 2010 11:20 am tarafından ezgi
» ARKADAŞLIK
Ptsi Eyl. 13, 2010 11:15 am tarafından ezgi
» ŞİİR
Ptsi Eyl. 13, 2010 11:08 am tarafından ezgi
» Kamuflaj
C.tesi Eyl. 11, 2010 5:32 pm tarafından AMEDEUS
» UZAK
Çarş. Eyl. 08, 2010 5:05 pm tarafından ezgi
» Yeşillik
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:59 pm tarafından ezgi
» Salam Gibi
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:57 pm tarafından ezgi
» Benlik_Oruç Aruoba
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:56 pm tarafından ezgi
» BİR AYRILIŞ HİKAYESİ
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:54 pm tarafından ezgi
» Pembe Deniz
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:51 pm tarafından ezgi
» HAYAT
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:48 pm tarafından ezgi
» Benim Yazdığım Sen
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:47 pm tarafından ezgi
» Seviyorum Seni
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:46 pm tarafından ezgi
» BERFİN
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:44 pm tarafından ezgi
» Bahar Gelmiş
Çarş. Eyl. 08, 2010 4:43 pm tarafından ezgi